Bakla gizli değildi, sadece siz görmek istemiyordunuz
Bundan 30 yıl öncesinde Necmettin Erbakan o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET) bugünkü adıyla Avrupa Birliği’nin (AB) bir Hristiyan kulübü olduğunu, bu Birliğe Türkiye’nin alınmasının mümkün olmadığını meydanlarda ve medyada her fırsatta dile getiriyor, toplumun kandırılmaması gerektiğine vurgu yapıyordu. Kısacası Erbakan 25-30 yıl öncesinden bugünü haber veriyordu. Bunun için elbette pek çok delili ve belgesi vardı. çünkü, Avrupa Topluluğu ya da Birliği oluşturulması fikrini ilk ortaya atanların gündeminde ortak kültür ve din birliği esasına dayalı bir topluluk oluşturulması vardı ve bunu açıkça ifade ediyorlardı Ne var ki ülkemizde Avrupa sevdalıları meselenin üzerinde hiç düşünmeden, aralarına almaları mümkün değil ama alacak olurlarsa ne getirip ne götüreceğini sorgulamadan bu memlekette söz konusu birliğin reklamı yapıldı hâlâ yapılıyor. öylesine yapılıyor ki, toplum kandırılıyor, uyutuluyor, körü körüne bir Avrupa hayranlığı oluşturulmaya çalışılıyordu. Olmayacak bir hayale sürüklenen toplum, hemen Avrupa Birliği’ne girileceği ve arkasından ülkemizde işsiz kalmayacağı, herkesin zengin olacağı gibi bir duyguya kapılıyordu. Estirilen hava bu yöndeydi. Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi arasına almayacağı, olsa olsa özel statü adı altında kapıda tutulacağını belirten yazılmış pek çok kitap vardır ve bu kitaplar milyonlarca basıp satmış durumdadır. Tüm bunlara rağmen medyanın bir bölümü ne karşılığı olduğu pek belli olmayan AB reklamını sürdürüp duruyor. Zaman zaman AB cenahından gelen “Birliğin bir Hristiyan Kulubü” olduğuna dair açıklamaları da sayfalarına aktarıyorlar. Bunu yaparken de sanki bu yönde ilk defa bir açıklama yapılmış, bilinmeyen bur husus dile getirilmiş üslubuyla “Baklayı ağzından çıkardı” gibi başlıklar kullanmayı tercih ediyorlar. Halbuki ortada gizli saklı bir şey yok. Gizli bir niyetin açığa çıkması da söz konusu değil. Aslında Avrupalılar samimi de bizdeki Avrupa yandaşları samimiyetsiz davranıyorlar. İşte bu samimiyetsizliklerini gizlemek adına Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin “Devleti laik olsa da nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi Avrupalı olarak görmem” şeklindeki sözlerini “Gerçeği nihayet itiraf etti” anlamına gelecek bir başlık altında veriyorlar. Bu gerçeği yıllardan beri tekrarlayıp duran, Avrupalıların gerçek niyetine dikkat çekenler ise hiç hatırlanmıyor. Bu tavrı vefasızlıkla değil ama sabit fikirlilikle, şartlanmışlıkla ifade etmek sanıyorum yerinde olur.
Kaldı ki, Sarkozy daha Cumhurbaşkanlığı kampanyasını yürüttüğü günlerde de Türkiye’nin AB’ye alınmasına karşı olduğunu tekrarlayıp durmuştu. Bugün Polonya seyahati sırasında söyledikleri daha önce söylediklerinin bir tekrarı mahiyetindedir.
Aslında AB’den Türkiye’nin ortaklığa alınmayacağı yönünde hiçbir açıklama yapılmıyor olsa bile niyetleri açıkça görülüyor. Türkiye ABD’nin kapısında 40 yıldır bekletilirken daha dün denebilecek kadar kısa bir süre önce Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığına kavuşan ülkelerin Birliğe alınmış olması, alınmayanlara ise ne zaman alınacaklarının bildirilmesi de gösteriyor ki, AB bir Hristiyan Kulübüdür. Bunu herkes görüyor, biliyor ama bizdeki Avrupa’nın arsız aşıkları ya da azat kabul etmez bağımlıları görmüyor, göremiyor ya da görmek istemiyor. Bunun mantığını anlamak çok zordur. Sanki bizdeki AB ya da ABD yandaşları efsunlanmış gibiler. Tek taraflı tutkulu aşk yaşıyorlar. İtelendikçe, kapıda bekletildikçe sanki tutkuları biraz daha artıyor. Kimsenin tutkusuna bir diyeceğimiz yok ama böylesine bir tutku sağlıklı ruh halinin ürünü olabilir mi?
Kendileri adına ne yaparlarsa yapsınlar, aşağılanmayı içlerine sindirirlerse sindirsinler ama ortada şahıslar değil bir ülke var. ülkenin şahsiyeti onuru söz konusu.
Bu arada dağılan Yugoslavya’da Müslüman katliamının sorumlusu Hırvatistan ve Sırbistan’ın bile birliğe yakın zamanda alınacağı bilinirken bu yaklaşımın Hristiyan dayanışması dışında izahı mümkün olabilir mi? Sırp canilerin ellerindeki Müslüman kanı daha kurumamışken AB’den yeşil ışık yakılması karşısında Türkiye olarak kapıyı suratlarına vurup ilişkileri askıya almamız gerekmez mi?
İç siyasetteki bazı dengeleri kurabilmek adına AB’nin kapısında dolaşıp durmanın anlamı olabilir mi? Kendi iç meselelerimizi kendimiz çözemiyorsak AB mi çözecek? Bu mümkün mü?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.