İş güvenliği
19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi ve Fuarı’na bu sene, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde Türkiye ev sahipliği yaptı. Kongre, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Uluslararası Sosyal Güvenlik Kuruluşları’nın iş birliğiyle 1955 yılından beri üç yılda bir olmak üzere yapılagelmekte. Bu kongreleri gerçekleştiren sebep, sanayi toplumlarının ihtiyaçlarından kaynaklandığı için, esas olarak merkeze insandan ziyade sistemi koyan, sistemin işleyişini garantiye bağlayan çareleri içeriyor.
İş sağlığı ve güvenliği, insanın yeryüzüyle ilk tanıştığı zamanlardan itibaren, daha doğrusu çalışmaya ilk başladığı günden itibaren karşısına çıkan meselelerindendir. İnsanoğlu, hayatını devam ettirmek ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için bir yandan tabiatın zorluklarıyla mücadele ederken, diğer yandan tabiatın sunduğunu en uygun şekilde kullanılabilir hâle getirme çabasıyla iş hayatına ilk adımını atmış oluyordu. Merakı ve hırsı henüz dünyayla tanışma, dünyayı keşfetme arzusu safiyetindeydi. Dolayısıyla üretim ilişkileri de birbirinden faydalanma, paylaşma düzeyindeydi.
Üretim teknikleri ve araçları geliştikçe ihtiyaçlar da çeşitlendi. İnsan ihtiyaçları fıtrî özelliklerden uzaklaştıkça üretim ilişkileri farklılaştı. Nihayetinde önce sömürgecilik ve ardından Sanayi Devrimi sermaye ve iş gücünü adeta düşman kamplar olarak karşı karşıya getirdi.
Kapitalizm ve doğuşu kapitalizme bağlı olan komünizm, üretim araçlarının bir parçası olarak gördükleri insanın manevî dünyasıyla ilgilenmedi. Her iki sistem de teori ve pratiğini madde üzerinden şekillendirdi. Biri insanı tekelin, diğeri çoğulun kurbanı etti. Her iki sistem de, insanın birey olarak değerinin ne olduğunu düşünmeye fırsat tanımıyordu.
İş ve işçinin sağlığı için yaptığı her düzenlemeyi, aldığı her tedbiri kazancından kayıp olarak gören sermayenin insan hususundaki endişelerinin samimiyetine inanmak çok güç. Böyle bir anlayış, iş verimliliğinin artışını sermayenin büyümesi için gerekli görür, işçinin rahatı için değil. Kapitalizm, refah düzeyini yükselttiği insan üzerinden kârını ne oranda yükselteceğine bakar.
Dünyayı tasarrufumuza bırakılmış bir emanet gibi gördüğümüz zaman insanın, tabiatın, hakkın, hukukun, kısacası her şeyin kıymeti yerli yerince oturur. “Mülk Allah’ındır, bizler onun bekçileriyiz” diyen bir kültürün bütün meselelerde çözüm arayışı hak yememek noktasından hareket eder. Vericilik insanlığın tartısıdır. Önce hakkı yerine getirmektir insan olana yakışan. Kâr hesapları sonra gelir. Kâr hesaplarının aslı Allah katında tutulandır.
Batı dünyası iş güvenliği ve çalışma şartları konusunda bizleri imrendirecek ölçülerde mesafe almasına rağmen insana lazım olanı veremiyor. Türkiye, ekonomik model olarak küresel kapitalizmin içerisinde yer almak yerine kendi kültür temelleri üzerine oturan bir modelle İslam ülkelerine önderlik etmelidir. Dünyadaki gelişmeler Batı’nın sömürgeci iştahının yeniden hareketlendiğinin işaretlerini taşıyor. Demokrasi kıpırdanışlarına sözde destekle hangi ülkelerin hangi anlaşmalarla yeni iktidarları kendilerine bağladıklarını ferasetle takip etmeliyiz. Tarihi tecrübelerimizden, duygusal heyecanların pek çok oyuna perde olduğunu yeterince biliyoruz.
Diyeceğim o ki, angarya bilmeyip, işine emanete ihanet etmeme sorumluluğuyla sarılan işçi ile, işçisine bir anne-baba şefkatiyle kol kanat geren işverenlerin buluştuğu iş dünyasını kültürel değerlerimizin ışığında kurmamız mümkün. Maddeyi önceleyen bir düzende işçisi de, işvereni de zalimleşir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.