Akıl tutulması mı yaşıyoruz?
Olaylar karşısında farklı tarafların ve farklı yorumların ortaya çıkması doğaldır. Aksi halde dünyayı sürüleştirmiş olursunuz. Elbette farklı düşüncelere tahammül işin doğrusunu bulmada yardımcı olur. Bu arada eğer medya sürekli olarak belli merkezlerden yönlendirilir ve haber kaynakları belli ülkelerin ve çıkar gruplarının kontrolü altında onların çıkarlarına hizmet ediyorsa bu takdirde de düşünce özgürlüğünün fazla bir anlamı kalmaz. Diyebiliriz ki sansürcü zihniyetin hakimiyeti ile belli çevrelerce imal edilen haberlerin esiri ve yayıcısı konumundan kurtulamayan medya arasında bir fark kalmaz ve medyayı özgür sanmak insanı aldatabilir.
Çünkü, bir ülkeye vurmayı ve işgal etmeyi kafasına koymuş olan bir güç merkezi ve ülkeler dünya kamuoyunu hazırlamak ve müdahalesini meşru göstermek adına sürekli olarak aslı astarı olmayan haberler üretiyor ve servis ediyor, bu haberler dünyanın çeşitli ülkelerinde medya organları tarafından tartışmasız doğru kabul edilerek sürekli yayınlanıyorsa demokrasi ve düşünce özgürlüğü kavramlarının bir anlamı kalabilir mi?
Yakın geçmişte çevremizde cereyan eden olayları kısaca hatırladığımızda bunu açıkça görmek mümkündür. Özellikle de bir takım haberleri tartışmasız doğru kabul edip bu haberlerin üreten merkezlerin isteklerine alkış tutanların olayların ardından yanıldıklarını/yanıltıldıkların anlamalarının da fazlaca bir anlamı olmuyor. İşin garip tarafı aynı merkezler sürekli olarak aynı yollarla dünyayı kandırabilmektedir. Her seferinde destekçiler bulabilmekte, insanlar bıçağa boyunlarını bir takım ideallerle (!) uzatabilmektedirler.
Irak böyle işgal edildi... Afganistan'a ve Libya'ya benzer iddialarla saldırıldı. Ve yine Tunus, Mısır ve Yemen'de benzer iddialarla olaylar çıkartıldı. Kısacası Arap Baharı olarak takdim edilen gelişmelerin gerçek nedenleri gizlendi.
Şimdilerde İran gündemde. Aynı merkezler bu defa İran'a vurmayı kafaya koymuş, buna dünya kamuoyunu hazırlıyorlar. Belki de hazırladılar da yalanlarını beyinlere iyice çakmanın gayreti içindeler. İşin garip tarafı bu yalanların peşine takılan pek çok gönüllü de buluyorlar. Söz gelimi İsrail-ABD ikilisinin İran'a müdahalesine Türkiye'nin destek vermesini sağlamak için İran'ın nükleer çalışmalarının Türkiye için oluşturacağı tehlikeye dikkat çekiliyor. Bu yönde fikir beyan edenler aslında verdikleri hükmü yaygınlaştırmanın peşindeler. İşin doğrusu nedir gibi bir araştırma çabaları yok. Söz gelimi İran yönetimi bariz bir şekilde nükleer silah edinmeye çalışıyormuş ama bu çabaların İran'ın hakkı olup olmadığı tartışmalarını da bir kenara bırakmak gerekiyormuş... Önemli olan nükleerleşmiş bir İran'ın sadece İsrail ve Körfez ülkeleri için değil Türkiye içinde tehdit oluşturduğunu görebilmek durumundaymışız. Yani karar verilmiş İran tehlikeli bir silaha sahip olmanın peşindeymiş, bu silah başta İsrail olmak üzere Körfez ülkeleri ve Türkiye içinde tehlike oluşturuyormuş. Bunun aksini düşünmek bile aymazlık olurmuş.
İran'ın nükleer silahlara sahip olması doğrudan bir tehlike oluşturmasa bile elbette tehdit olabilir. Bu doğrudur. Ancak, aynı değerlendirme yıllardan beri İsrail için niçin yapılmamıştır? İsrail nükleer silahları süs olsun diye mi elinde bulunduruyor? Bugün nükleer silah üretmek için çaba gösterdiği iddiaları ile İran'a vurma hazırlığı yapan İsrail ve ABD'nin elindeki nükleer silahlara karşı sessiz kalmayı tercih edenlerin İsrail ve ABD'nin sözcülüğüne soyunmuş olmaları dikkat çekici değil mi?
Esas olan dünyanın nükleer silahlardan arındırılmasıdır. Bu yapılamıyorsa ve bazı ülkeler nükleer silahlara sahip ve bunu tehdit ve dünyayı kendi çıkarlarına teslim olmaya zorlamak için kullanıyorsa bu silaha sahip olma çabası gösteren ülkeleri suçlamaya kimsenin hakkı olamaz. Hatta böyle bir çabanın içinde olmamayı zalimlere teslim olmak olarak bile nitelendirmek mümkündür.
Dünya üzerinde bazı ülkelerin hakimiyetini kabul edip onlara direnmek adına bir şeyler yapma çabasında olanları kan içici gibi takdim etmek doğru bir değerlendirme değildir. İşin bir başka boyutu ise İsrail-ABD planına Türkiye'yi de dahil etme çabaları ve zorlamalarıdır. Söz gelimi, "Ortadoğu, yeni bir gerilimin eşiğinde. Bu durumda İsrail İran'a, Türkiye'de Arapların desteğiyle Suriye'ye saldırabilir mi?" şeklindeki sorular bile Türkiye'yi bir oyuna dahil etme çabalarını göstermez mi?
Hani İsrail elindeki nükleer silahlar sebebiyle bölge için öncelikli tehlike idi. İsrail insan öldürmeyi iyi bilirdi? Ne oldu bir anda bu değerlendirmeler değişti de İsrail'in yerini tehlike olarak İran mı aldı? Bunu değerlendirmeyi Türkiye olarak biz mi yapıyoruz yoksa birilerinin yaptığı değerlendirmenin peşinden mi sürükleniyoruz?
Lütfen serinkanlı bir şekilde olaylara bakalım ve bir takım güçlerin çıkarına hizmet etmeyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.