İçeride de dışarıda da kış sert geçiyor!.
Bu sene kış ülkemizde dünyada yakın geçmişe göre çok sert geçiyor. Hava soğuklukları kimilerine göre son 25-30 yılın altında seyrediyor. Dünyadan gelen haberler ve ulaşan görüntüler de bunu doğruluyor. Buna rağmen hayat devam ediyor. Aksamalar da oluyor elbette. Doğa karşısında insanoğlu hep aciz kalmıştır. Havalar alışılmışın altına düşer ya da üstüne çıkarsa hayatımız bir anda alt üst oluverir. Yağışlar ister kar ister yağmur şeklinde olsun biraz artarsa yine şaşırıp kalırız. Rüzgar fırtınaya dönüşünse ağaçlar devrilir, dalgalar tekneleri yutar, hatta karayollarını bozarak ulaşımı aksatır. Kısacası doğa olayları biraz farklılık gösterirse kendimizi çaresiz hissederiz. Hayatımızın akışı bir anda değişiverir. Hatta hayatın durduğunu düşünürüz. Buna birazda medyanın abartması eklenince insanlar kendilerini evlerine hapsedebilirler. Böylece güvende olacakları hissine kapılabilirler. Halbuki bir sarsıntı hepimize evimizde de güvende olmadığımızı hatırlatır. Ama hayat budur. Ne hep iniştir ne de çıkış. Bazen sıkıntılarla boğuşuruz, bazen rahatlarız. Kısacası insanoğlunun aya gitmesi, teknolojik gelişmeler, kendisini olayların belirleyicisi sanmasına yol açsa da alttan gelen bir tekme hiç olduğumuzu göstermeye yeter. Aslında hiç olduğumuzu anlamak için felaketlere, olağandışı gelişmelere gerek yok ama nedense kendimizi genellikle dünyaya hakim ve belirleyici sanırız .
Bunda sanıyorum bu dünyada kalıcı olduğumuz aldanışı önemli rol oynuyor. Halbuki belirli bir süre kalma hakkımız olduğunu, ne zaman geleceğini bilmediğimiz bir gün bu dünyadan çekip gideceğimizi unutmasak böylesine kavgalara girmeyiz, böylesine hırslarımızın esiri olmayız. Yani mülkün sahibi değil bu dünyada kiracı bir diğer tabirle emanetçi olduğumuzu bir unutmasak hayat daha güzel olur diye düşünüyorum. Kiracı olduğumuz dünyada Yaratıcımız bizden ücret de istemiyor. Sadece yasakladıklarından kaçınmamızı, kulluğumuzun idrakinden uzaklaşmamayı istiyor. Bu gereği unutup kendimizi dünyanın sahibi sanıp gurura kapıldığımızda işler karışıyor. Güzel dünyamızı yaşanmaz kılıyor, ahretimizi de karartıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde telefonla arayan Durmuş Ali Eker ağabey büyükşehri terk edip Mersin'in Bozyazı ilçesine çekilmiş olmamı övgüyle karşılayarak, çekildiğim bu küçük ilçede büyükşehrin fitnesinden kurtulmuş olacağımı, bunun içinde Allah'ı daha çok anma imkanı bulacağımı söyledikten sonra, burada evimin olup olmadığını sordu. Bende kirada oturduğumu söyleyince, "Zaten bu dünyada kiracı değil miyiz" diyerek bir gerçeğe dikkatimi çekti.
Bu gerçek üzerinde düşünmemi sürdürürken dünkü gazeteler gerek ülke olarak gerek çevremiz gerek dünya ile ilgili haberler havaların giderek sertleştiğini hatırlatıyordu. Havalar derken bu defa siyasi, ekonomik havalardan bahsediyorum. Dikkat edilirse bir takım sömürgeci güçler bu dünya sanki mülkleriymiş gibi Rabbimizin insanlığa verdiği tüm nimetlere tek başlarına sahip olma isteği ile sürekli olarak yer yüzünde kavgalara, katliamlara ya çanak tutuyorlar ya da bizzat tezgahlıyorlar. Buna ister terör deyin, ister bazı ülkelerde iç çatışmaların yaşanması deyin pek önemli değil. Ama, komşularımızda yaşananlar ve onların belli davranışlara zorlanması bile çevremizde havaların çok sertleştiğini göstermeye yetiyor.
İçeride ise sadece TBMM'de temsilcisi olan siyasi partilerin liderleri ve sözcüleri arasında yaşanan laf dalaşını izlemek zorunda kalmak bile insanın dünyasını karartmaya yetiyor. Buna bir de gazetelerde genellikle MİT ve Emniyet çekişmesi ya da kavgası şeklinde yer alan haberler eklenince "Ne oluyoruz?" diye sormadan geçmek mümkün değil. Bu arada ister istemez özel yetkilerle donatılmış mahkemelerin durumunu düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Sıkıyönetim Mahkemeleri ile onların yerini alan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin ardından Özel Yetkili Mahkemelerin gündeme gelmesi ister istemez akla bir takım sorular getiriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.