İnsan yetiştirmek
Postacı ve mektup ilişkisi üzerinden bir Pazar yazısı yazmayı düşünüyordum. Eski mektupları karıştırırken elime yakınım olan emekli bir ilkokul öğretmeninin notu geçti. Kendisi Nenehatun Kız Öğretmen Okulu mezunudur. Onun okuduğu dönemlerde öğretmen okullarında düşünce yapısı ne olursa olsun mesleğini ciddiye alan idealist öğretmenlerin sayısı fazlaydı. Öğretmen okullarında okuyan ağabeylerimizin ablalarımızın anlattıklarından etkilendiğimizden olacak, onların saygı duyduğu öğretmenler bizim gözümüzde de hayranlık uyandıran rol modellerdi.
Hayatını mesleğine adamak, derler ya, tanıdığım öğretmen okulu mezunlarının çoğunda bu özelliğe şahit oldum. Öğretmenlik kanlarına işlemişti adeta. Okul dışında gittikleri her yere eğitimin ve öğrencilerinin meselelerini beraberlerinde taşırlardı. Meselâ ev gezmelerinde iki öğretmen bir araya gelmişse o günün ağırlıklı konusu eğitim etrafında dönerdi.
Bahsettiğim yakınım genellikle yoksul çevrelerde görev yaptı. Sadece öğrencileriyle değil öğrencilerinin aileleriyle de yakından ilgileniyordu. Müfredata bağlı kalmakla beraber çocukların eğitiminde kendine has metotlar uyguluyordu. Her çocuğun özel şartlarını, zekâ seviyesini, neye karşı duyarlı olduğunu gözlemler ona göre hareket ederdi. Uyguladığı ilginç metotlar yazıya sığmaz. Ama bir örnek olarak, arkadaşlarının eşyalarını gizlice alan öğrencisini sorumlu olduğu okul kooperatifinin başına getirdiğini verebilirim. Aldığı maaşın dörtte birini öğrencileri için harcadığını söylesem abartmış olmam. Öğretmenler gününde kendisine hediye getirilmesini men etmişti. Ama kendisi çocuklarını hediyelerle sevindirirdi.
Birinci sınıftan itibaren öğrencilerinin yaptığı resimleri, yazdığı kompozisyonları dosyalardı. Özellikle resimlerinden, çocukların ruh dünyalarını ve sıkıntılarının sebeplerini okumaya çalışırdı. Öğrencilerini mezun ettiğinde bu dosyaları onlara hediye ederdi. Mezun olan öğrencilerinin takipçisiydi. Onlarla ilişkisini devam ettiriyordu. Resmen emekli olmuştu ama fiilen öğretmenliğini bırakmadı. Çevresinde bulunan bütün çocuklar onun için sevgili öğrencileriydi. Özellikle çocukların manevi donanımları üzerinde hassasiyetle dururdu. Bulduğum not bir öğrencisinin çevre konusunda yazdığı kompozisyonla ilgili. Kısaltarak aktarıyorum:
Sene 1989. Okulumuzun ilk açıldığı yıl. Benim de Tekirdağda ilk senem. 5-A sınıfını okutuyorum. Çocuklarla çevre konusunu işledik. Çevre ile ilgili düşüncelerini yazmalarını söyledim. Çocuklar ham toprak gibidirler, işlendikçe ürün verirler. Yazdıklarını okuttum. Aralarında çok güzel ve ilginç olanlar vardı. İşte bunlardan biri: -Dertli Tarla- Bir gün tarlanın biri yanındaki taş yığınlarından sıkılan komşu tarlanın üzüntülü olduğunu görmüş, onu ziyarete gitmiş. Tarla kardeş neden böyle üzüntülüsün ağzını bıçak açmıyor, demiş. Ah kardeş hiç sorma, çok üzgünüm. Sabah birkaç adam geldi. Beni çiğnediler. Üzerimde dolanıp durdular. Fısır fısır bir şeyler söyleyip gittiler. Aradan birkaç gün geçti. Kocaman bir kepçe geldi, beni eşti de eşti. Eşti de eşti. Topraklarımı yükleyip götürdüler. Üzerime demir, çimento yığdılar, taşları döktüler. Beni ezdiler de ezdiler. Nefes alamıyorum. Ağırlığı taşıyamıyorum. Bir zamanlar böyle miydim ben? Sahibim beni ne çok severdi. Toprağımı sürer, havalandırırdı. Sonra dualarla tohumunu ekerdi. Başaklar büyüdükçe sevinirlerdi. Neşeyle, türkülerle üzerimdeki ürünü toplarlardı. Ah kardeş, ben üzülmeyeyim de kim üzülsün? Çocuklar bile beni terk etti. Oyunlarını başka yerlerde oynuyorlar.
Alıntılanan metin, idealist bir öğretmenle onun ikliminde yetişen öğrencilerin saf ve temiz dünyalarını içimize işliyor. Teknik gelişmeler elbette önemli, ama yeni nesilleri yetiştirecek olan öğretmenler bana göre eğitimin öncelikli meselesi olmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.