Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Özal, A. Menderes, Erdoğan, Kurtulmuş

Özal, A. Menderes, Erdoğan, Kurtulmuş

Başbakan Tayyip Erdoğan’la Numan Kurtulmuş’un görüşmeleri ve bunun ne tür sonuçlar doğuracağı hususundaki merak kamuoyunu ister istemez meşgul ediyor. Bize has bir psikoloji ve sıçramalı zekâ gösterileri ile de işin hemen daima sonuna yönelik tahminler geliştiriliyor. İşte Tayyip Bey şimdiden kendi yerine ikame edeceği lider adayını belirlemeye çalışıyor gibi!..

Çok emin olmamakla beraber, Tayyip Bey’in bu tür arayışlara girmesini yadırgamamak gerekir. Çünkü on yıldan beri devam eden iktidarın kendisini, ister istemez yeni bir döneme doğru hazırlaması kadar tabii bir şey olamaz. Fakat takdir edersiniz ki bu işler hiç de kolay olmuyor ve tahmin edilenin ötesinde, bambaşka sonuçlarla karşılaşabiliyor insan.
Burada, bu husustaki düşüncelerimi serdederken, herhangi bir ön kabul ile ya da daha başka bir tercih ile yazacak değilim. Dolayısıyla biz bu köşede yaptığımız siyasi yorumlarda, mümkün olabilen bir serinkanlılığı elden bırakmamaya, olabildiğince de nesnel kalmaya özellikle dikkat ediyoruz. Çünkü mevcut veya gelecek siyaset zemininde kendimize mahsus bir yer arayışımız bulunmuyor. Onun için olabildiğince nesnel kalmak, hadiseleri de bu açıdan değerlendirmek bize ayrı bir zevk veriyor.
İşte bu izahların ardından neler söylenebilir? Numan Kurtulmuş, İstanbul’un seçkin ailelerinden birine mensup ve iyi eğitim almış birisi!.. Geçmişi itibariyle bu aile hiçbir şâibe ile de ilişkilendirilmiş değil. Rahmetli dedelerinin ve babalarının temiz geçmişi herkesin malûmu olmalıdır. Fakat bu aile şimdiye kadar siyasete heves etmemesiyle de maruftur. Özellikle 1970’leri, 1980’leri kasdediyorum. Ne var ki son dönemde Numan Bey, kendine dönük ısrarlara dayanamayarak siyasete girmek durumunda kalmıştı. Sahip olduğu bilimsel birikim, siyasetteki müstağni tavır, ayrıca da polemiğe ve retoriğe tenezzül etmeyen üslûbu ile işte şimdi kendisine başvurulan bir figüre dönüşmüş bulunuyor.
Dolayısıyla böyle samimi bir değer, kıyıda köşede kalmış mevzi bir partiden nasıl transfer edilebilir? Bunu kendisi ile yola çıkan arkadaşları nasıl karşılar? Ya da AK Parti gibi gelenekleri olan, yetişmiş kadroları bulunan bir parti nasıl kaldırır, dahası kaldırabilir mi?
İşte biz bu tür geçişlerin kolay olmadığını, teşebbüs edildiği takdirde de elde hesapta olmayan türlü engellerin ortalığı kaplayıverdiğini, yakın siyasi hayatımızdan iyi biliyoruz. Nitekim bu konu ile ilgili işte size birkaç örnek:
Bir gün rahmetli Aydın Menderes’le beraberdik. İsmi mevzubahis değil, birkaç kişi daha bulunuyor. O anda rahmetli Özal’dan telefon geldi, kendisini Köşk’e çağırıyordu. Özal’ın Menderes’e neyi teklif edeceği de biliniyor. O anda Aydın Bey kısmî bir istişareye başvurdu. Herkes ileri geri bir şeyler söyledi. Kuşkusuz orada bulunanların çoğunun eteklerinin zil çaldığını söyleyebilirim. Fakat Aydın Bey’de azami bir teenni söz konusu idi ki, şaşar kalırsınız. Sonra belki bir-iki görüşme daha yapıldı, fakat sonuç gene de değişmedi.
Özal’ın Köşk’e çıkmaya hazırlandığı sıralarda, partiyi kime emanet edeceği sorusu onu bayağı yormuş, bu hususta herkesi memnun edecek bir çözüm de geliştirememişti. İşte o şartlarda Özal el altından, muhtemel veliahd adayları hakkında gazetelere haberler yaptırmış, onların fotoğrafları ile birlikte biyografileri de gazetelerde yayınlanmıştı. Bu gelişmelerin ardından ilgili veliahd haberleri, “On Türk Büyüğü” sunumlarıyla çeşitli karikatürlere de yol açmaktan geri kalmamıştı.
Özal’ın amacı şu idi: Potansiyel adayları (tabii görünmez orkestra şefi kendisi) meydana çıkarıyor, onların liderlik histerilerini okşuyor, tasvip ve taban genişliklerini test ediyor ve bir nevi seleksiyon gerçekleştiriyordu. Sonunda bunların her biri, partinin önüne geçmek için, gene kendisine muhtaç olduktan sonra?..
Fakat ne garip!.. Hiç de Özal’ın beklediği şeyler hasıl olmadı. Kendi halinde güçlü ve gücünden emin koca iktidar partisi, içten içe klikleşmeye başlayıverdi. Partide küçük-büyük gruplar oluştu. Parti üst üste iki kongre yaptı ve neye uğradığını adeta şaşırdı. Onları yukarıdan emme basma tulumba gibi kontrol etmeyi, yönlendirmeyi planlayan Özal, maalesef bunda muvaffak olamadı. İşin daha garibi, Mesut Yılmaz kliğinin eline geçen parti, Özal’dan bağımsızlaşmayı aşırı bir komplekse dönüştürdü. Buna bozulan ve hazmedemeyen Özal da, Köşk’ten inmeyi bile göze alarak yeni parti kurma hazırlıklarına kadar vardırdı işi.
Öyleyse buradan ne çıkıyor?
Kuşkusuz kesin bir kaide çıkaramayız. Çünkü sosyal ve siyasi olaylar hiçbir zaman bir diğerinin aynı değildir. Dolayısıyla teennili olmak en iyisidir. Bir de tabii Anayasa değişikliği gerçekleşmeden bu işlere kapı aralamak, beklenmeyen sorunlara davetiye çıkarır mı bilemiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi