Antepli Şahine kafiye arayışı
Gaziantep saldırısının ardından kılınan cenaze namazında yüzler kederli, gergin ve hiç olmazsa zihin planında yeni döneme ilişkin tedbir ve strateji arayışları ile meşgul. Cumhurbaşkanından Başbakana, Meclis Başkanından ilgili bakanlara kadar!.. Ve tabii bölgesel politikaları ve terör konseptini uygulamaya dönüştüren görevli bürokratlar da buna dahil.
Burada ilk söyleyeceğim, daha yürekler soğumadan, yani buralardan ayrıldıktan sonra, eski hamam eski tas cinsinden tartışmalara başlanmaması. İşin ve sorumluluğun kendisini ihmal ile, sağla-solla yapılacak tartışmalarla vakit geçirilmemesi!.. Hiç olmazsa, sonbahara kadar, Meclis açılana kadar PKK, terör, arka planındaki güçler ve yürürlükteki Suriye politikaların da yaşanabilecek iniş-çıkışlar hususunda yeni bir konsept üzerinde çalışılması!..
Söylemek istediğim şu: oyunda-oynaşta olunacak zamanda değiliz. Bugünkü Antep vakası, üç gün sonra unutulur, üzerini kabuk bağlar diye düşünmeyiniz. Kısa veya uzun aralarla bugün şu şehirde, yarın başka bir bölgede bu olaylar devam edecek.
Yani eskiden Irak problemi bitinceye kadar, terör konusunda kesin sonuç alma imkânı bulunmadığı söylenir, sabır tavsiye edilirdi. Yani ordan burdan böyle mesajlar sufle edilirdi. Şimdi ise karşımıza bir başka gerçek çıktı. O da Suriye sorunu!.. Öyleyse kendimizi, Suriye sorununun sürekliliğine göre hazırlamamız gerektiğini unutmayalım.
Bunun mânâsı, üç gün önce ABD Büyükelçisinin aylardan beri de sorunu mezhep temeli bir çatışma olarak vâzeden gayretkeşlerin iddiası ile, Suriye veya İrana havale kolaycılığına sapmak değil. Tam tersine Suriye politikalarında, Türkiyenin nüfuzunu kırma amacı taşıyan güçler söz konusu!.. Neden adını kullanmayalım? O güçler, Rusya ve İrandan ziyade ABD, İsrail ve Batılı büyük ülkeler olarak karşımıza çıkıyor.
Dikkat edin ki onlardan hiçbirinin kılı kıpırdamıyor. Fakat ortadaki eylemsizliğin bir izahı da gerektiği için, durmaksızın Rusyayı ve İranı önce çıkarıyorlar. Hatta daha da ileri giderek, Suriye gerilimi üzerinden Türkiyenin Rusya ve İranla arasını bozmaya kadar vardırıyorlar işi. Nitekim ABD Büyükelçisi, anlı şanlı gazete temsilcilerine aynen şunu söylemedi mi? Suriyenin silâh destekçisi İran!.. Suriye de bu silahların büyük kısmını PKKya aktarıyor.
İşte bir mahalle köpeği gibi, önlerine atılan lokmanın üzerine atlayanlar eksik değil Türkiyede. Kuşkusuz bu sözlerimizle, İran ve Rusyanın Suriye yanlısı politikalarının üzerini örtmek değil maksadım. Amaç, asıl olanla, feri olanın birbirinden ayrılması gerektiği hususudur.
Öyleyse şunu fark edelim: ABD Türkiyenin Suriye üzerindeki tazyikinden aşırı derecede rahatsız. Dahası, kendi üzerindeki tazyikten de!.. Daha açığı ABD şimdilerde, Türkiyenin Suriyeye girmesini de asla istemiyor. Nitekim Kuzey Suriyede PYD bayraklarının dalgalandırıldığı günlerde, Türkiyenin sınır boylarında yaptığı tatbikatlardan ürken ABD derhal NATOyu harekete geçirdi ve NATO üzerinden ciddi ikazlarda bulundu Türkiyeye!
İkincisi de son günlerdeki ABD gazetelerini iyi izleyin!.. Suriye muhalefeti o gazetelerde El-Kaide, Tevhid tugayları vs. olarak nitelendiriliyor. Yani ABD ve İsrailin duyarlı olduğu aşırı İslâmcılar!.. Bunun bir olumsuzlama olduğu açık değil mi?
Bir de bu grupların Türkiye tarafından silâhlandırıldığı haberlerini öyle çoğaltıyorlar ki, tahmin edemezsiniz. Kaldı ki Suriye muhalefetine silah tedarikini, Bayan Clinton İstanbulda da eleştirdi. Öyleyse Obamanın Suriyeye yönelik ikazına ne demek gerekir? O sözün anlamı Suriyeye, İsrail adına yaklaşımdan başka bir şey değil.
Dolayısıyla şu andaki duruma göre, Suriye yönetiminin düşmesi istenmiyor. Daha doğrusu da Türkiye bu hususta caydırılmaya, etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Bunun sebebi de müstakbel Suriye konusunda, ABD ve Türkiyenin amaçlarının farklı olması!.. Türkiye daha sıkı ve sağlam bir Suriye planlarken, ABD ve Batı (İsrail de dahil) ise, Suriyeyi ikinci bir Lübnan olarak düzenlemekten yana gözüküyorlar.
İşte bu noktada Türkiye çok cepheli bir kuşatmaya tabi tutuluyor. ABD, Türkiye, Kuzey Irak üçlüsü, PKKnın bitirilmesine karar vermişken, örgüt silâh bırakma tartışmalarına girmişken; Uludere vakasından bu yana yepyeni bir döneme daha girildi ve o eski stratejinin terk edildiği ortaya çıktı. Türkiye tekrar terör batağı ile yüz yüze bırakıldı. Dolayısıyla karşılaştığımız son birkaç aylık sürecin manası budur.
Meselâ size son bir anekdot daha!..
Antepte cenaze namazları kılınıyor. O ana kadar, hiçbir Türk yetkilinin ağzından daha stratejik bir cümle çıkmamışken, tam da namaz saatinde, İranlı bir sorumsuzun ağzından bir cümle düştü ajanslara!.. Türkiye dışa değil, kendi içine baksın!.. O kişiye bu söz üç gün sonra tekzip ettirilirse kimse şaşırmasın. Aynen İran Genelkurmay Başkanının cümlesinde olduğu gibi!..
Fakat siz asıl şuna bakın: O cümleyi anında, hangi haber ajansı Türkçeye taşıdı? Dolayısıyla bizim Antep vakasını İranla izah etmemizi isteyen dış ve iç bir korelasyon söz konusu.
Ancak siz şuna da dikkat edin: Daha hiçbir Türk yetkilinin ağzından stratejik bir cümle duymadık biz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.