Cümlesiz Ankara
Bu yazıyı kaleme aldığım sırada (dün), Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün Türkiye yolculuğu belki de başlamış olmalıdır. Gaziantepte kılınan cenaze namazlarının ardından Kırgızistana uçan ve orada Türkçe Konuşan Ülkeler Toplantısına katılan Gül, kulağında beliren ani bir rahatsızlık nedeniyle Türkiyeye dönüyor. Hem de Bişkekte yapılan veya yapılacak toplantılar sona ermeden!..
Cumhurbaşkanının yükseklerde uçmaktan mütevellit kulak sorunu bundan önce de nüksetmişti. O zaman da gene böyle bir durum doğmuş, önceden planlanmış önemli bazı dış ziyaretlerin tehiri durumu ile karşılaşmıştık. Fakat bu son hadise bize daha bir manidar gözüktü. Eğer sebep gerçekten kulak ve işitme sorunu ise, kendilerine acil şifalar dileriz. Öyle değil de, içinden geçtiğimiz kriz durumunun yarattığı sebeplere dayalı ise bu geri dönüş, onu da nihayet anlamak durumundayız.
Nitekim iki gündür yazdığım yazılarda, Ankaranın ağzından henüz stratejik bir cümle çıkmadığına işaret etmiştim. Evet her yetkili başta da Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve Beşir Atalay konuştular. Başsağlığı dilediler, acıları paylaştılar. PKKnın hunhar eylemini lânetlediler. Tabii daha önemlisi de millet, hükümet ve devlet olarak, yekvücut duruşumuzu ifade etmek üzere, Antepteki cenazeye büyük bir önem verdiler. Bu yekvücut duruş ile hem içeriye, hem de dışarıya önemli bir mesaj verilmek istendiği ortada. Bütün bunları çıkarabiliyoruz. Çıkarmak isteyenler de çıkarmıştır zaten.
Fakat bunun yetmediğini ifade etmek durumundayız.
İşte Cumhurbaşkanı Gülün Kırgızistan ziyaretini yarıda kesmesini, biz biraz da böyle bir ihtiyaç ile yorumluyoruz. Biz bilelim veya bilmeyelim, duyalım veya duymayalım devlet katında, kuşkusuz hükümet de içinde olarak önemli bazı toplantılar yapılacak, yeni stratejik tutumlar geliştirilecek demektir. Daha doğrusu da mâlâyâniye dönüşen PKK eleştiri ve kınamalarının ötesinde bir kararlılık arayışı!.. Belki de Türkiye ve Suriye üzerinden bütün bölgenin destablize edilmek arzusuna karşı yeni bir teyakkuz denemesi!..
Neye sayarsanız sayın, son hadiseye Türkiyenin bayağı hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor. Evet Şemdinli vukuatı, İzmir-Foça denemesi vs. Fakat Antepteki hadise bunların hepsinden farklı!.. Çünkü Antep, Suriye sınırına yakın bir vilâyetimiz. Onbinlerce Suriyeli sığınmacının, bölgesel veya küresel sayısız istihbarat kuruluşunun cirit attığı bir bölge. Bu bakımdan hükümet, ilgili tuzağı kurgulayanları açığa çıkarmak için elden gelen gayreti esirgemiyor. Failleri netleştirmeye de özel bir önem atfediyor.
Kuşkusuz normal şartlarda da böyle şeylere önem verilir. Fakat şimdiki hadise daha bir başka!.. İlgili hadiseye neden bu kadar önem verildiğini, size ancak şöyle izah edebilirim:
Yerel veya uluslararası bir operasyon tezgâhlanacağı zaman, o operasyonla nereye varılmak istendiği de planlanır. Yani böyle büyük çaplı operasyonların muhakkak ki bir amacı bulunur. O amaç da ya ilgili ülkeye gözdağı vermek, ya da ilgili ülke kamuoyunu belli bir istikamette düşünmeye zorlamaktır. Öyleyse hem bir operasyon icra olunacak, hem de operasyonu yapan adresin merkezin üzeri örtüldüğü gibi, onu kamuoyunun başka adreslerde araması da sağlanacaktır. Yani ilgili operasyon öncesinde, onu toplumun nasıl algılanacağı hususu da ayrıca planlanır demek istiyorum.
İşte bu açıdan son Antep vukuatını Türkiye toplumu nasıl yorumluyor? Siz ona bakın ve acıyın!.. Çünkü toplumlar böylesi anlarda sağduyularından ziyade, husumet ve önyargılarına dayalı hareket ettiğine göre, gerisini artık siz hesap edin!
İşte Suriye ile, ne zamandan beri örtülü bir savaş içindeyiz. Eeee, onu da İran mezhep taassubu ile desteklediğine göre geriye ne kalıyor? Hareket noktamız böyle olunca da gerisi iplik söküğü gibi gelir. PKK ile İran ve Suriyenin bir çatışması olmadığına, ABD Büyükelçisi de PKKya silâhı İran ve Suriyenin verdiğini beyan buyurduğuna göre!..
Fakat böylesi ucuz mantıkları, hafif bir üfürükle yerle bir etmek zor olmamalıdır. Sırf şu gün değil uzun zamandır, PKKnın kullandığı silâhların geniş bir envanteri bulunuyor elde. PKKya hangi ülkelerin silâh temin ettiği ayan-beyan ortada!.. Yani PKKyı kimin arkaladığını Türkiye bilmiyor değil ki?
İkincisi de, PKKyı terör örgütü olarak ilân ettiği halde, Türkiyenin Kuzey Iraka ve Kandile kara harekâtı yapmasına mani olan ülke hangisidir? PKKlılara Kuzey Irakta veya İsrailde gerilla eğitimi veren ülke de gene İsrail değil midir?
Öyleyse hadiselere daha bir serinkanlılıkla bakmak, itilip kakıldığımız noktadan bakmamak esastır. Şu sıralarda Washington Post, New York Times, Almanların Die Welti ve Frankfurter Allgemeineı ve İngilterenin Independentı nasıl yayın yapıyor iyi izleyin!.. Bu gazetelerin haber ve yorumları bugünlerde, nedense Türkçeye tercüme edilmiyor. Onların hepsi ama hepsi, Suriye rejimini merkez alan, Türkiyenin bu husustaki politikalarını yerden yere vuran ve aşağılayan yayınlar!..
İsterseniz size açık bir örnek daha: İngiliz Independentin meşhur muhabiri Robert Fisk şu sıralarda Suriyede!.. Ordu birliklerinin yanında ve koruması altında izliyor gelişmeleri. Bütün haberleri Esat yanlısı, muhaliflere de kan kusuyor!.. Orada muhalifler Türkler, Çeçenler, Pakistanlılar, Afganlar ve Suudilerden ibaret demeye getiriyor. Tabii hepsi de El-Kaideci!..
Öyleyse eğri oturalım doğru konuşalım. Orta yerde tek Esat ve Muhaberat, İran yok!.. Esatın arkasında geniş bir Batı koalisyonu var. İşin bu tarafını örtenlere lûtfen dikkat!..
PKKya gelince, o bağımsız bir irade mi size göre?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.