Tahran zirvesi
Dünkü gün itibariyle İran’da Bağlantısızlar Zirvesi başlamış durumda.
31 Ağustos’a kadar devam edeceği bildirilen Bağlantısızlar Zirvesi’ne İran’ın nasıl bir önem verdiğini tahmin etmek zor değil. Nitekim İran bu zirveye katılması noktasında, yeni seçilen Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi de ikna etmiş vaziyette. İran-Irak savaşından bu yana ilişkileri kesik olan İran ve Mısır’ın, bu vesile ile aralarının düzelmesi beklenen bir gelişme olmalıdır. Daha ötede yaklaşım farkları ne seviyede olursa olsun, İran-Türkiye-Mısır gibi üç büyük ülkenin yakınlaşması Ortadoğu’nun menfaatleri cümlesindendir.
Bağlantısızlar Zirvesi’nin Tahran’da gerçekleştirdiği buluşmanın yegâne alâmeti fârikası, Mısır Cumhurbaşkanı’nın İran’a gitmesi değil. Çünkü bu seneki zirvenin bir başka özelliği daha bulunuyor. O da, uzun yıllardır İran’ı dışlar gibi gözüken uluslararası sistemin, tam da bu aşamada İran’a, beklemediği bir “hayat öpücüğü” ile mukabele etmesidir. Nitekim BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un Tahran Zirvesi’ne iştirak edeceği duyuruldu ki; bu hem İran’ın uluslararası arenada kendine bir yer edinmesi hem de uluslararası sistemin İran’a dönük yaklaşımlarındaki bir yumuşama manasına gelir.
Dolayısıyla Ban Ki-moon’un kendi iradesiyle hareket eden bir figür olmadığı hatırlanacak olursa, Tahran Zirvesi’ne verilen bu önemi iyi düşünmek, iyi değerlendirmek lüzumu kendiliğinden hasıl olur.
Hemen bütün uluslararası çevrelerin Tahran Zirvesi ile alâkalandığı, o toplantılarda alınacak kararlar üzerinde etkili olmaya çalışacakları ortadadır. Bu bakımdan ilgili zirvenin hâiz olduğu öneme, Suriye konusundaki tartışmalardan kuvvet alacağını varsaymak zor değildir.
Nitekim uluslararası ajanslara yansıyan haber ve yorumlara bakılırsa, İran bu buluşmalarda Suriye sorusunu bilhassa gündeme getirecek, kendisinin kotardığı Suriye’ye ilişkin Barış/Geçiş Planı’nı da zirvede karara dönüştürmeye çalışacaktır. Eğer İran böyle bir planı zirvede karar altına aldırabilirse, kendisi için büyük bir başarı olur bu. Ayrıca İran diplomasisi için büyük bir açılım sağlar. Bu bakımdan Tahran’daki gelişmeleri yakından izlemek, özellikle de Mısır gibi taze bir kuvvetin tavrını test etmek bakımından, Tahran Zirvesi bayağı bir önem kazanmaktadır.
Buna şu bakımdan da önem vermek gerekiyor. Suriye’nin istikbali noktasında Mısır nerede duruyor? İşte asıl önemli olan mesele burası!.. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin tezi doğrultusunda mı hareket edecek Mısır? Yoksa Suriye’ye yönelik herhangi bir dış müdahaleye (güvenli bölge oluşturulması da buna dahil) karşı çıkarak, Sovyetler’in ve İran’ın ileri sürdüğü gibi, Suriye içi diyalog yöntemini mi tercih edecek?
Bu nokta bize göre ziyadesiyle önem arzetmektedir. Çünkü Ortadoğu Arap/İslâm dünyasında Mısır’ın tercihi ve ağırlığı, Katar ve Suudi Arabistan’la mukayese edilemeyecek derecede fazladır. Yahut da şimdi değilse bile yakın gelecekte, bu ağırlık kendini daha ziyade hissettirecek, dolayısıyla Katar veya Suudi Arabistan gibi ülkelerin özgül ağırlığı, giderek azalmaya doğru bir seyir takip edecektir.
İşte Tahran’da gerçekleştirilen Bağlantısızlar Zirvesi, bu açıdan Türkiye’yi ziyadesiyle ilgilendiren bir hadisedir. Hem İran, Rusya, Irak ve diğer bazı bölge ülkelerinin karşı bir tez üzerinde odaklanmaları, hem de 20-25 yıldır bölge politikalarından soyutlanmış bulunan Mısır’ın konumunun vuzûha kavuşması!.. Çünkü Türkiye bölgeye dönük politikalarında haklılık tesiri uyandırmak için, Mısır gibi bir ülkeyi behemehal yanına almak durumundadır. Eğer Türkiye ileriye dönük politikalarında bu müşterekliği ihmal ederse, bundan en büyük zararı kendisi görür. Nitekim bunun bir örneğini Nâsır döneminde yaşadığımızı hatırlatmak isterim.
Daha önemlisi şu ki; Türkiye ve Mısır arasında, önümüzdeki Eylül ayında stratejik bazı toplantılar yapılacak ve belki de bunlar kararlara dönüştürülecek. İşte bu safhada Türkiye’nin Akdeniz üzerindeki münhasır ekonomik bölgelere dönük politikalarda Mısır’ı ürkütmemesi, behemehal yanına alması icap etmektedir.
Tahran Zirvesi hususunda şu noktayı da tebarüz ettirmeden geçemeyeceğim. Orada, Suriye’ye ilişkin Türk tezine karşıt bir politikanın karar altına alınması tabiidir. Bir defa buna şaşırmamak gerekir. Çünkü önemli olan burası değil!.. Fakat şurası önemli ki, oradan böyle bir karar çıkartılması ile, uluslararası büyük güçlerin (bilhassa da Avrupa) tezleri tekzip edilmiş olmayacak. Yani Suriye’ye müdahalede isteksiz davranan büyük batılı güçler bundan ziyadesiyle memnun kalacaklardır. Nitekim Ban Ki-moon’un Tahran’a gönderilmesinin de sebebi budur. Eski BM Genel Sekreteri’nin Suriye politikası da zaten bunu âmir değil miydi?
Dolayısıyla ABD’nin bir kanadı ile hareket ettiği anlaşılan Türkiye’nin, itildiği yalnızlık girdabına da dikkat ederek, ona göre bir politika izlemesi lüzumu vardır. Yani ya Mısır faktörünü kollayarak ya da tek başına elini ateşe sokmayarak!.. Fakat söylediğimiz hususa Türkiye’nin çok dikkat ettiğini, bu yüzden ihtiyat ettiğini bilmiyor değiliz.
Öyle de Brookings Enstitüsü’nde yapılan savaş planları zaten bunu âmir değil mi? Savaştan geri duran Türkiye’yi Antep patlamaları gibi düzeneklerle sürekli tahrik etmek!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.