Oslo belgeleri
Hakkari ve civarındaki süpürme harekâtının devam ettiği bir sırada,
CHPnin içine düştüğü zavallılık doğrusu hayretlere sezâdır.
Ya Suriye politikaları üzerinden hükümeti köşeye sıkıştırmak, ya Afyondaki patlama üzerinden Genelkurmay Başkanını eleştiri oklarının hedefine yerleştirmek!..
İşte bunun son bir örneğine daha şahit oluyoruz. CHP Genel Başkan Yardımcısı Halûk Koç, bu bâdireli süreçte, dudaklarında müstehzi bir eda ile, Oslo sürecine ilişkin belgeler dağıtıyor basına. Yaptığı işin ne mânâya geldiğinin dahi farkında olmayarak, mahalle çocuklarının şımarık sevinci üzerinde, yüzünde de güller açıyor sanki!.. Dolayısıyla eleştirdiği hükümetin önemli bir açmazını yakalamaktan öte, kendilerini enforme eden istihbarat örgütlerinin portörlüğünü yapmaktan memnun ve müftehir bir hava akıyor üzerinden ki sormayın!..
Fakat ne denilebilir? Yani bundan öte ne denilebilir ki? Dolayısıyla Yalovanın ince gülü gibi o da konuşacak, kendilerine servis edilen belgeleri ve mesajları her fırsatta çarşı ve pazara arz edecek!.. Belki açık toplumun, belki demokrasinin bir gereği olarak, bunlara tahammülden başka bir çare yok demektir. Ne var ki böyle demekle de yetinilemez. Çünkü burda yapılan bir hatanın varlığı su götürmez. Bu ihmal ve hatanın ne olduğunu söylemeden önce, PKK-MİT görüşmesine ilişkin dokümanın nereden sızdırılmış olabileceğinin üzerinde durmak gerekir.
PKK terörünü sona erdirmek isteyen Türkiye, Osloda PKK temsilcileri ile bir araya geliyor. Taraflar buluşmanın verimli geçmesi ya da verdikleri sözlere şahit konumunda bir arabulucuya ihtiyaç duyuyor. Anladığımıza göre de arabuluculuk rolünü İngiltere, İngiltereli bir kuruluş veya İngiliz istihbaratına bağlı yetkili bir heyet üstleniyor.
İşte Osloda gerçekleşen o buluşma esnasında ulaşılan mutabakatlar(!) kâğıda dökülüyor. Fakat taraflar o belgelere imza atmıyor. Sadece ve sadece arabulucu ülke görevlisi imza atıyor. Yani İngiliz görevliden başkasının imzası bulunmuyor belgelerde!.. Yapılan açıklamalara bir not daha ekleyelim burada. O da daha önceki aylarda, vâki müzakerenin ses kayıtlarının basına servis edildiği gerçeğidir. İşte bu mesele aylardır Türkiyenin gündemini işgal ediyor.
İkide bir, geriye kalan bir parça varsa, onlar da servise sokuluyor. Dolayısıyla Türkiye kamuoyu, her seferinde bu sendromu yeni baştan yaşamak durumunda kalıyor. Öyleyse meseleye daha bir sakin bakmak, yapılmış bir ihmal veya hata varsa tekrarına da fırsat vermemek esastır. Bu husustaki görüşümüzü sona saklayarak, belgelerin kimin tarafından deşifre edildiğini de sorgulamak gerekmektedir. Daha ilk sıralarda, bu işin sorumluluğu PKKya havale edilse bile, biz bu görüşe itibar etmemiş, asıl adresin koordinatör ülkeden başkası olamayacağını belirtmiştik. Buradan çıkan mânâ şudur: PKK sırf kendisinden ibaret bir güç değildir.
Türkiye veya PKK tarafı, zaman zaman barış lüzumunu dile getirse bile, öyle anlarda üçüncü bir iradenin araya girdiğini, yakınlaşma temayüllerini anında dinamitlediğini daima hatırda tutmak gerekmektedir. Bu görünmez iradeler eskiden Türkiye devleti içindeki kollarıyla, son bir iki senedir de PKK içindeki hiziplerle işe müdahale edebilmekte, her seferinde de ortalığı alabora edebilmektedirler. Şimdiki halde de bu işte en çok kullanılan unsur, maalesef büyük basın tröstleri olmaktadır. Sonradan sonraya bu kervana CHPli unsurların da katılması, ister istemez Türkiyeyi zora sokmaktan geri kalmamaktadır. Şu günkü günde ABDnin taahhüt ettiği istihbarat desteğindeki noksanlık bir yana!..
Türkiyeyi Kuzey Irak ve Suriye üzerinden sıkıştırmaya kalkan iki ülke bilhassa dikkati çekmektedir. Bunlar da sırası ile; dayanışma içinde çalışan İsrail ve İngiltereden başkası değildir. Öyleyse Türkiyenin PKKyı en çok kullanan bu iki ülkeye ve PKK içindeki unsurlarına özellikle dikkat etmesi gerekmektedir. Bir de Türkiyeyi zora sokmayı amaçlayan basın gruplarına, sermaye gruplarına bilhassa dikkat!.. İkinci bir husus olarak da şunu hatırlatalım: Son âdi filmin yapımcıları ve İslâm dünyası ile ABDnin cepheleşmesini temin etmeye çalışan ülkeler de gene bu ikisinden başkası değildir.
Sonuca gelecek olursak!.. Bülent Arınçın dediği gibi, bu tür gizli müzakereler yapmak kuşkusuz MİTin görevleri arasındadır. Bu elde bir!.. Fakat şu da elde bir değil midir? Zamanımızda hiçbir gizlilik sır olarak kalmamakta, bir gün mutlaka açığa çıkmakta ve taraflardan birinin ayağına dolanmaktadır. Dolayısıyla Oslo görüşmeleri bunun son bir örneğidir. Öyleyse bu tür görüşmeler yapılacak olsa bile, bunlar resmî sıfatları göz önünde kişilerce yapılmamalıdır. Onun yerine behemehal (üçüncü/bağımsız) unsurlarca yürütülmelidir. Eh bu ihtiyata veya ihtiyaca MİT görevlileri de gerek görmüyorsa, bize ne demek düşer? Bir başka hususa daha işaret edelim. O da şudur: Bu hükümet döneminde MİT o kadar öne çıkarıldı ki tahmin edemezsiniz. Sanki bir kabine üyesi gibi meydanlarda dolaşıyor MİT başkanı!.. Randevulu, ilânlı görüşmeler gerçekleştiriyor. Bunun için tabiatına aykırı düştüğünü özellikle hatırlatmak ihtiyacını duyuyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.