Avrupayı Müslümanlardan Arındırma Projesi
Avrupada İslam ve Müslümanların tartışıldığı son yıllarda, İslam ve Müslümanlara yönelik İslam karşıtı uygulamaların yeni olmadığına şahit oluyoruz.
Batı Avrupa, Orta Avrupa ve Doğu Avrupa olmak üzere üçe ayırarak ele aldığımızda Avrupanın bu üç ayrı bölgesinde yaşayan Müslümanların, baskı, zulüm ve göçe zorlanma gibi insanlık dışı girişim ve uygulamalara maruz kaldıkları gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Batı Avrupada Endülüsde yaşanan mezalim hala zihinlerde tazeliğini koruyor. Doğu Avrupa yani Balkanlarda yakın tarihin en büyük soykırımı yaşanmış ve Endülüs benzeri bir vahşetin tekrarlandığı, tarihe not düşülmüştür. Orta Avrupada ise yasaklar, karalama kampanyaları ve hakaretler ile ağır baskıların aralıksız sürdürüldüğü nazari dikkate alındığında bugün yaşananların tarihin derinliklerinden yaşana gelen hadiselerin devamı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Avrupada hakim iradenin Üstün kültür ve medeni Avrupa iddialarının kendi Hristiyan toplumları açısından bir karşılığı olmakla birlikte İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda bu iddiaların karşılığı olmadığı gerçeğine şahit oluyoruz.
Bazı Avrupalı entelektüeller (ki bunların sayısı çok azdır); Balkanlardaki Müslüman topluluklar Avrupaya ait olmalarının yanında taşıdıkları değerler ve sosyal aktiviteleriyle Avrupaya aynı zamanda kültürel bir değer de katmaktadırlar görüşünü savunurken, siyaset arenasında olduğu kadar medya ve çeşitli kuruluşların temsilcileri tam zıddı bir görüşte ısrar etmektedir. Çok dinli ve çok kültürlü bir Avrupa yerine Tek dinli ve tek kültürlü bir Avrupa istenmektedir.
Bu farklı görüşler, kendini Yugoslavyanın dağılması sürecinde yaşanan iç savaşlarda gösterdi. 1992de başlayan ve 17 Şubat 2008 tarihinde Kosovanın bağımsızlık ilanına kadar geçen sürede Kosova ve Bosna Hersekte Müslümanlara yönelik saldırılar sonucu meydana gelen toplu katliamlar daha sonra soykırıma dönüştürülmüştü. Tek dinli ve tek kültürlü bir Avrupa hayali peşinden koşanlar, Sırp ve Hırvatlar tarafından başlatılan Balkanları Müslümanlardan arındırma, yani etnik temizlik girişimlerini engellemek yerine destek olmuşlardır.
Hedefleri, insanlık adına utanç verici bir vahşet olan Endülüsü yeniden yaşatmaktı. Bilindiği üzere Endülüs, İber Yarımadasında Müslüman Arapların etkisi altında bulunan bölgelere verilen isimdir. 711- 1492 yılları arasında 781 yıl Müslümanların elinde kalan Endülüste, 1492de Bin Ahmer Devletinin yıkılışı ile İslam hakimiyeti son buldu. İşgal edilen İspanyada Müslüman halka yönelik baskılar aralıksız 200 yıl devam etti. Bütün cami, külliye, medrese ve eşsiz tarihi eserler yakılıp yıkıldı, Müslümanlar, kadın-çocuk fark etmeksizin katledilerek İspanya dışına göç etmeye zorladı.
Endülüsten kaçış devam ederken İspanya kralı III. Felipe 22 Eylül 1609 tarihli bir fermanla 1610-1614 yılları arasında 300.000 kadar Müslüman ve Yahudiyi İspanyadan kovdu. Böylece Müslümanlar yok edildiği gibi Müslümanların İspanyadaki izleri büyük oranda silinmiş oldu.
Avrupanın ortasında ve dünya kamuoyunun gözleri önünde Bosna Hersek ve Kosovada yaşanan o insanlık faciası hiç şüphesiz; tek dinli ve tek kültürlü Avrupa hayali uğruna İkinci Endülüs Planını başlatmak isteyen anlayışın eserdir. Aslında Avrupa kıtasında ikinci Endülüs planı Osmanlılardan hemen sonra başlatılmış olmakla birlikte, yakın tarihte Bosna ve Kosovada yaşananlar o planın devamıdır.
Batı Avrupada Endülüs, Doğu Avrupa yani Balkanlarda Bosna Hersek ve Kosovada bu çirkeflikler yaşanırken Orta Avrupada ise onların bir değişik versiyonu uygulanarak aynı plan sürdürülüyor.
Doğu Avrupa ve Batı Avrupada yani Endülüs ve Kosova ile Bosna Hersekte yaşanan savaşlar ve saldırılar Orta Avrupada yaşayan Müslümanlar için söz konusu değil, olamaz da.
Çünkü:
Bu Müslüman topluluklar Orta Avrupaya bir İslam ülkesinden kısmı anlaşmalarla çalışmak üzere gelmişlerdir. Geçici veya kalıcı da olsalar, bulundukları ülke vatandaşlığına geçmiş de olsalar kökenleri ve kökleri dışarıda olan topluluklardır. Haksızlığa uğradıklarında ve ya kovulduklarında gidecek ülkeleri olduğu gibi onları sahiplenecek devletleri de arkalarındadır.
Orta Avrupadaki göçmen Müslüman nüfusun, kendilerine ait bir bölge adına toprak edinme veya vatan olma iddiaları yok. Saldırı ve savaş yok ancak yasaklar ve baskılarla köklerinden ayırma, inanç değerlerinden uzaklaştırma suretiyle öz kimliklerini yozlaştırma, yani bir asimilasyon politikası uygulanmaktadır. Asimile edemediklerini de, caydırmak ve yıldırmak suretiyle uzaklaştırma politikası izlenmektedir.
Özetleyecek olursak;
7. asırda Endülüste başlayan Haçlı seferleriyle pekiştirilen ve Balkanlarda sürdürülen Avrupadan Müslümanları arındırma projesi Orta Avrupada asimilasyon politikalarıyla sürdürülmektedir.
Kendi dışındakileri küçümseyen ve kendilerini üstün kültür ve medeniyetin temsilcileri gibi gören Avrupalıların, içinde gizli bir asimile politikası bulunan uygulamaları hala ve çok sistemli bir şekilde sürdürülüyor. Avrupa basını ve bazı siyasilerin de destek verdiği Müslümanları karalama, terörle özdeşleştirme kampanyaları aralıksız sürmektedir. Birçok Avrupalı siyasetçi gibi Almanyanın eski İçişleri Bakanı Sayın Otto Schillinin en güzel entegrasyon, asimilasyondur şeklindeki açıklamaları uygulanan politikalardaki gizli amaç ve hedefi göstermiş oldu.
Şu bir gerçek; Orta Avrupada uygulanan politikalarla, çayda eriyen şeker misali Avrupada Müslüman azınlıklar çoğunluk olan toplumun içinde eritilmek istenmektedir. İslam dininin resmen tanınmamasının sebebi asimile etmeyi kolaylaştırmaktır. İsviçrede Minare, Almanyada sünnet yasağı ve fişlemeler ile Cami inşasını protestoların yanında Almanya başta olmak üzere tüm Avrupada Müslümanlara haklarının verilmemiş olması o sinsice yürütülen eritme, arındırma politikalarının birer parçalarıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.