Neşet Ertaş
Divan şiirinin büyük ustalarından şair Baki; Bâki kalan kubbede bir hoş sadâ imiş!.. diyor. Yani insanın elinden çıkan her şey geçici ve fani!.. Sadece ve sadece sanatkârların elinden dilinden sâdır olmuş sesler ve besteler, bundan müstesna demek istiyor. Kuşkusuz üstad Bâkinin kasdettiği sırf güzel şiirler ve besteler değil, mimariden romana türlü sanatların bütünü olmalıdır.
Evet Sultan Süleymanın haşmetli şairinin söylediği gibi, hâlâ daha onun mısraları, mısra-ı bercesteleri dolaşıyor dudaklarımızda. Aynen onun gibi, daha dün aramızdan ayrılan Neşet Ertaşın söylediği türküler, bozlaklar da kulaklarımızda çın çın ötüyor. Hatırladığımız türlü ezgileri, onun saza vuruş tekniği ile birlikte canlanıyor, ahiretten gelir gibi uzaklardan dinlediğimiz bu ezgileri şimdi yeni baştan doya doya idrak ediyoruz.
Peki kimdir Neşet Ertaş?
Kuşkusuz herkes bir şey söyleyebilir: Kırşehirli!.. Rahmetli Muharrem Ertaşın oğlu, Hacı Taşanın yeğeni!.. Dahası Çekiç Alinin yetiştirmelerinden!..
Bu büyük ustaları tanımlamak için, isterseniz şöyle bir benzetmeye başvuralım. Urfa müzik geleneğinde Cemil Cankat veya Kazancı Bedih ne ise, Elâzığ ve Diyarbakır müzikleri için Celâl Güzelses ne ise, işte yukarıdaki isimlerde Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale ve Keskin yöreleri müziğinin en büyük ustaları!.. Ve bunlar öyle büyük sanatkârlar ki, bir yandan tarihi müzik geleneğimizi hafızalarında taşıyarak kaybolmaktan kurtarıyor, öbür yandan da geleneksel ses kalıplarımızı evire çevire yeni yeni bestelere dönüştürüyorlar. Yani onların ses ve beste hafızaları öyle geniş, öyle geniş ki sanki bir milli kütüphane gibi de engin!.. Kütüphaneciler nasıl kitapları tasnif eder, hangi kitabın nerde olduğunu bilirse, bu büyük ses ve beste hâfızları da gelmiş-geçmiş bütün müzikleri öylece zihinlerine yerleştirirlerdi. İşte böyle böyle de eski tarihi besteler, ses kalıpları ve formları, daha doğrusu da bize ait klasik müzik cümleleri kaybolmayarak devam eder giderlerdi.
Dolayısıyla Neşet Ertaşın, babasının, amcasının ve Çekiç Ali üstadımızın böyle bir yanları vardı. Fakat bu adamları ve bilhassa da Neşet Ertaşı bu tariflere sığdırmak mümkün müdür? Çünkü o, geleneksel müziğimizin sürdürücülerinden biri olmanın yanında, aynı zamanda da gelmiş-geçmiş en büyük bestekârlarından biridir. Sadettin Kaynak, Şevki Bey, Hacı Arif Bey ya da Dede Efendi gibi büyük bir bestekâr sizin anlayacağınız!..
Bozkırın Tezenesi adlı eseri ile onu ilk defa gün yüzüne çıkaran, daha doğrusu da entelektüel muhitlerle üstadı yan yana düşüren Bayram Bilge Tokel diyordu ki, bin civarında veya binin üzerinde bestesi vardır.
Düşünün ki kımıldadıkça, mırıldadıkça beste doğuran büyük bir kabiliyet!.. Kâh gözlerini bir noktaya çivilemiş, kâh ufuklara doğru yönelmiş, habire söylüyor!.. Bazan içini boşaltan ağıtlara dönüyor bu sesler, bazan da enginlere sığmayan haykırışlara!..
Bakıyor, görüyor, duyuyor!.. İçinde birikmiş bin bir intiba anında sese ve besteye dönüşüyor.. Yani meşhur Ahmet Midhat Efendi gibi, bir Kırk Anbar!.. Beste, ses ve nağme anbarı gibi birisi!..
Fakat bunların hiç biri de basit ve alelâde eserler değil. Son derece içten ve gönülden söyleyişler!.. Bu dediğimin ne manaya geldiğini anlamak için, onun türkü ve bozlakları söylediği anları hatırlayın derim. Tezeneye vuruşunu, eserlerini icraya başlarken kaskatı kesilişini!..
İşte asıl o anlarda Neşet Ertaş bambaşka biri olup çıkardı. Kaskatı kesilmiş gergin bir yüz ifadesi, donup kalmış heykel gibi bir vücut ve tezenesi ile saza ilk vuruş anı!.. O anda koca salonlar susar, enginlerden ilham alarak yaptığı besteleri okurken de esâtirî bir kahramana dönüşürdü. Transa geçmiş gibi, sanki ibadet eder gibi bir icra tarzı!.. Dolayısıyla bestekârlığı ile icracılığı birbiri ile yarışır, daha doğrusu da bu iki yan bir olur, işte Neşet Ertaş bu dedirtirdi insana.
Anlayacağınız, Türk müziği öyle bir kabiliyeti kaybetti ki ne dense azdır. Çünkü onun büyüklüğünün farkında olsalar bile, o büyüklüğü üstada yakışır bir eda ile ifadeye muktedir, sanatkâr veya müzikolog pek fazla çıkmadı. Onun için elimizin altında, Bayram Bilge Tokel dostumuzun eserinin bulunması, gene de büyük tesellilerimiz arasındadır. Ne var ki orda bile Neşet Ertaşın bestelerinin bütününü göremiyoruz. Dolayısıyla hemen herkesin bu işe katkı vermesi gerekir. Üstadı dinleyen, sesini kaydeden, konferanlarına katılan hemen herkesin bu arşivi beslemesi, bu ses ve beste bibliyoğrafyasının tamamlanmasına katkısı şarttır.
Ömrünün son yıllarına ait bir bestesinde bakın ne diyordu Neşet Ertaş: Cahildim dünyanın rengine kandım/Evvelim sen oldun, âhirim sen!.. Sen, yani yüce Rabbimiz!.. İşte yönünü asıl aşka yani Mâşukuna döndürmüş bu adam, ne yaptı biliyor musunuz? Kendisine lâyık görülen Devlet Nişanını dahi kabul etmedi. Kuşkusuz bu bir red değil, tam tersine bir istiğnâ hali idi.
Dolayısıyla ballar balını bulmuş derviş gibi, dünyevi hiçbir mansıba yönünü çevirmedi. Ballar balını bulmuş Yunus gibi de, kovanını yağma etmekten çekinmedi. Nesi varsa, içinden çıkıp geldiği sınıflara boca etti. O haliyle de sonunda Mevlânânın neyi gibi bir hal aldı!.. Çünkü gönül dağı yağmur, boran olmuş, âşık da hakikate bulmuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.