Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

YÖK ve üniversite

YÖK ve üniversite

Bunca gelişme arasında, YÖK’le ilgili kanun tasarısı üzerine kimsenin eğilmeye vaktinin olmadığı anlaşılıyor.

Kamuoyunun üniversiteye dönük ilgisi de sırf başörtüsü, üniversite seçme sınavları ile sınırlı olduğu için gerisini kimse önemsemiyor. Tabii bir de hangi üniversiteye kim rektör, kim dekan olmuş? Bu tür haberler yer alıyor gazetelerde.

Dolayısıyla üniversitelerimizde anarşi ve terör cinsi olaylar da vuku bulmadığı için, sen sağ ben selâmet günler geçip gidiyor. Denilebilir ki geçenlerde cumhurbaşkanı Gül, YÖK’ü ziyaret etmese, YÖK’ü ve üniversiteleri konu alan yasa tasarısından bahsetmese, kamuoyunun haberi bile olmayacak!..

İşte o ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı YÖK’ün, hâlâ daha 28 Şubat yasaları ile yönetilmesinden rahatsızlığını dile getiriyor, dolayısıyla ilgili kurumun daha demokratik bir görünüm kazanmasının lüzumuna işaret ediyordu. Haliyle bu tür alelumum sözlere kimsenin bir diyeceği bulunamaz.

Fakat bu şikâyetin veya yeni döneme ilişkin üniversite tasavvurunun neleri içerdiğini de düşünmek durumundayız. Onlar da olsa olsa ya rektör seçimleri, ya da YÖK’ün rektör ve üniversiteler üzerindeki vesayetinin sınırlandırılması olabilir diyoruz. Dolayısıyla bu hususlarda yapılacak bazı iyileştirmelerle, üniversite üzerindeki karanlık kısmen bertaraf edilebilecek demektir. Kuşkusuz bir YÖK tasarısı sırf bunlarla da sınırlı olmamalıdır.

Bizim burada işaret etmek istediğimiz, demokrasi lâfzının Türkiye’de aşırı derecede israfıdır. Problemi özü ile vâzetmeden sırf bir form ve yönetim anlayışı ile sınırlamak, bunu da demokrasi sosu ile allayıp pullayarak kamuoyuna takdim kolaycılığıdır. Bu geri kalmış ülke komplekslerinden kurtulamamak, doğrusu insana giran geliyor.

12 Eylül’ün üniversiteleri bir nevi kışla mantığı ile terbiye ettiği elbette doğrudur. Fakat o dönemin asıl sakatlığı üniversiteyi tek düze hale getirmesi, üniversite fikrini kalıplaştırmasıdır. Eskiden Milli Eğitim’in ilkokul veya lise için “Tip projeleri” olur, şarka garba aynı binaları kurar da kurarlardı. Ne iklimi, ne bölgesel veya geleneksel mimariyi asla kale almazlardı.

İşte 12 Eylül; Milli Eğitim’in yaptığı gibi, binayı olmasa bile muhtevayı/üniversiteyi tek düze hale getirerek, bu okullara tahminlerin ötesinde bir seviye kaybettirdi. Aman Allah’ım!.. Her üniversiteye belli fakülteler şartı ki sormayın!.. Siyasal bilimler mi, Fen-Edebiyatlar veya Eğitim Fakülteleri mi, Ekonomi veya İktisat Fakülteleri mi, yoksa Meslek Yüksek Okulları mı? Tamamen ihtiyaç fazlasıydı, tamamen genç beyin israfına dayanan bu sistem, bugün Türkiye’nin üzerindeki en büyük kambur durumundadır. Dolayısıyla YÖK de bugün kendini rutine teslim ettiği için, asıl vazifesini yapamaz hale gelmiş görünmektedir. Bunun çaresi sanıldığı gibi sırf demokratikleşme değil, tam tersine ülke ve çevre/bölge ülkelerin ihtiyacına tekabül eden yeni bir üniversite anlayışıdır.

Burada da hatıra ister istemez farklı alternatifler geliyor. Bunlardan biri, İstanbul ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde olduğu gibi, üniversitelerin her birinin alanlarını daraltarak karizmalarını teşekkül ettirmektir. Fen’i, Edebiyat’ı, sosyal bilimleri birbirinden ayrıştırarak, herbirine ihtiyacını duyduğumuz kimliği ve derinliği kazandırmaktır. Komşu disiplinlerin teşkil ettiği havzalarda, üniversiter atmosferler teşkil etmek!.. Araştırmayı, bilimsel yarışı, ortak dinamizmi bu havza ortamında teşvik!.. Aksi halde aynı bölümleri ve fakülteleri, yüz veya iki yüz yere savurmakla bilimsel üretim artmayacağı gibi, üniversite hocalarını da lise öğretmeni seviyesine indirmekten öte bir şey yapılmamış olur.

Dikkat edilirse o iki üniversite, yapıları bakımından birbirine az çok bir benzerlik arz ederler. Temel fonksiyonları da mühendis yetiştirmektir. İstanbul Teknik Üniversitesi asırlık geleneğini türlü bâdirelere, ihtilâllere ve rejim değişikliklerine rağmen hâlâ daha muhafaza ediyor. Kaldı ki ilk Darülfünunun açılışı esas alınırsa, ondan bile eski, ondan bile köklü bir üniversitedir.

Aynı şekilde Ortadoğu Teknik Üniversitesi de, 1950 ortalarında, Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilk açılma denemeleri sırasında teşkil edilmiş bir üniversitedir. Bu üniversitenin asıl amacı sırf Türk öğrencilere değil, Bağdat Paktı’nın gelişme istidadına bağlı olarak, Ortadoğu ülkelerinin bütününe hizmet vermekti. Yarı yarıya yabancı öğrenci okutmak gibi bir şey yani.

İşte Türkiye’nin bugün, bu yapıya göre teşkil edilmiş asgari 40-50 üniversiteye ihtiyacı bulunmaktadır. Aynı merkez üzerinde genişleyen, derinleşen bir üniversite yapısı!.. Karman çorman bir yapı değil bu!.. Birbirine yakın, birbirini besleyen alanların bölüm değil, fakülteye dönüştürüldüğü bir sistem. Mevcut eklektik sisteme göre üniversite demeye lâyık bir yapı arz etmektedir bu iki örnek.

İşte bu iki geleneksel kurumu örnek alarak sosyal bilimleri, fen bilimlerini, ilâhiyatları, güzel sanatları, yerine göre mimarlıkları ve yabancı dilleri ayrı ayrı üniversiteler olarak düşünebilmemiz gerekiyor.

Aksi halde şimdiki uygulamada olduğu gibi, herhangi bir bölümü yüz, iki yüz yere dağıtmak bilimsel atmosferi çoraklaştırdığı gibi, gene YÖK sayesinde bölümleri de müşterek müfredatlara zorluyor ve buradan da tam bir sığlaşmaya ve yeknasaklığa ulaşılıyor. Ne bölüm ve fakültelerin, ne de üniversitelerin karizması teşekkül edemiyor. Daha doğrusu da bu uygulama bilimi öldürüyor, ihtiyaçları öne çıkarmıyor. İkinci bir öneriyi ise yarın yazmaya çalışacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Necmettin Türünay Arşivi