İslam dünyasındaki ayrışmalar savaşa dönüşür mü?
Suriye krizi, Lübnandaki mezhepsel gerginlik, Amerikadaki başkanlık yarışı ve Avrupadaki ekonomik çıkmazlar dünya gündeminde son dönemde öne çıkan gelişmelerdir. Hepsinin ötesinde İslam dünyasını ilgilendiren en can alıcı konu Müslümanlar arasındaki ayrışmaların gün geçtikçe artıyor olmasıdır...
İnsanlık tarihindeki ilk ayrılık, cepheleşme ve düşmanlıklar, ilk insan olan Hz. Âdem ve Hz. Havvanın çocukları, Habil ve Kabil ile başlar. Barış ve kardeşlik dini olan İslam dinine mensup Müslümanlar arasındaki ayrılıklar ise İslamiyetin altıncı asırda doğuşuyla birlikte başlar. İslâmın ilk dönemlerinde dünya üzerinde vuku bulan kavga ve düşmanlık ortamı ve beraberindeki fitne ve fesat belasının Müslümanları da etkilediği bir gerçektir.
Fikir ve düşünce farklılıkları, İslam da birer yorum olan içtihat farklılıklarının devamı olarak mezheplerin doğuşunun ve ayrışmanın sebebi olarak karşılık bulması; Müslümanlar arasında bitmek bilmeyen kavgaların kaynağı olmuştur. Halbuki tüm bu fikirler ve içtihatlar İslamın temel doğrularından beslenen yorumlar olmakla birlikte, bir ayrışma amacı ile değil; Müslümanlara kolaylık sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Peygamber Efendimiz (S.A.S), îrâd ettiği sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: Her müslümanın kanı, malı ve ırzı bir diğer müslümana haramdır (Muslim, Birr, 32; Ebû Dâvud, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 18),
Ve yine buyurmuşlardır ki;
İki Müslüman birbirlerine kılıç çektikleri zaman öldüren de, öldürülen de cehennemdedir.
Bunun üzerine kendilerine sorulmuştur:
--Yâ Rasûlâllah! Katili anladık, ama öldürülen niye cehenneme gidecek?
Efendimiz buyurmuşlardır ki:
- O da hasmını öldürmeyi murâd etmişti (Nesâî, Tahrîm, 29; İbn Mâce, Fiten, 11).
Ve Peygamberimiz müminleri şöyle uyarmıştır;
-Sakın ola benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler haline gelmeyin! (Buhârî, İlm, 43; Muslim, İmân, 118-120),
Hazreti Peygamberimizin buyurduğu tüm bu gerçeklere rağmen, bugün Ortadoğu başta olmak üzere İslâm dünyasındaki milletler ve ülkeler arasındaki derin ayrışmaların sebebi nedir?
Bu soruya cevap bulmak için günümüzde yaşanan olaylardan ziyade geçmişten günümüze süre gelen olaylar ve sebeplerden yola çıkmak daha doğru olur. Çünkü: İslam coğrafyasındaki Müslümanlar arası ayrışma ve çatışmaların köklerinin İslamın o ilk dönemlerinde yaşanan ihtilaflara dayandığı görülür.
Bugün yaşanan üzücü gelişmelere çözüm bulunamamasının iki önemli vardır. Birinci sebep; yaşanan olaylar geçmişin izlerini taşıdığı gibi her şeyin ilk günkü gibi devam ediyor olmasıdır.
İkinci sebep ise; günümüzdeki anlaşmazlıkların yüz yıllar öncesindeki akılla çözüme kavuşturmaya kalkışılmasıdır. Bu iki önemli sebep asırlardır Müslümanlar arasında yaşanan hadiseleri bir kördüğüme dönüştürmüştür.
İslam dünyasında yapılan en büyük yanlışlardan biri, asırlar ötesinde yaşana gelen olaylara taraf olarak, bu olayları imanın bir gereği kabul edip birleşen değil; ayrışan noktaları bugüne taşımaktır.
İslamın prensiplerini temel esas almak yerine; mezhepsel farklılıklar üzerinden hareket ederek, geçmişi bugünden yorumlamanın, mevcut sorunları bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği artık kabul edilmelidir
Kaldı ki yakın geçmişte; Bir milyondan fazla insanın ve büyük maddi kayıpların yaşandığı; İran Irak savaşı, ayrıca Afganistan, Libya, Mısır, Cezayir, Irak, Lübnan, Bahreyn, Yemen ve en son Suriyede yaşananlar bu acı gerçeklere örneklerdir.
MEZHEP DEĞİL HAK VE
HAKİKAT ÖNEMSENMELİ
Bugün İslam ülkeleri Ortadoğuda derin bir ayrışmanın eşiğine gelmiştir. Farklılıkların sebep olduğu ayrışmaların savaşa dönüşmesini arzu eden emperyalist güçler; var gücüyle, kışkırtma, fitne fesat tohumları ekme suretiyle bir mezhep savaşına zemin hazırlığı ve gayreti içindedirler.
Birçok anlaşmazlıklarda olduğu gibi Suriye konusunda da Müslümanlar, emperyalistlerin oyununa gelmeden, mezhepsel yaklaşımlar yerine, tüm tarafların içinde yer alacağı sürdürülebilir demokratik bir yönetim için mücadele birliği içerisinde olmalıdır. Bu noktada İran ve Türkiye başta olmak üzere tüm İslam ülkelerine önemli görevler düşmektedir.
İran, Suriye konusunda ısrarcı olduğu yanlış politikalardan vazgeçmelidir. Mezhep taassubu içinde, despotçu bir diktatörü savunmak veya desteklemek ne İslami ne de insanidir. Ayrıca; masum ve savunmasız Müslümanların katledilmesi, ülkenin baştan başa yakılıp yıkılmasının izahı, hangi mezhep İmamının içtihadına göre yapılabilinir? İran bu tavrıyla emperyalistlerin beklentilerine ve bölge politikalarına çanak tuttuğu gibi bölgede bir mezhep savaşının çıkmasına bilerek veya bilmeyerek zemin hazırlamaktadır.
Bütün bu gerçekler doğrultusunda söylenecek söz şudur.
Geçmişte yaşanan acıların tekrarlanmaması ve günümüzde İslâm dünyasının asgari müştereklerde bir noktada buluşabilmesi adına, yeni içtihatlara ihtiyaç vardır. Bu konuda öncelikli olarak din alimlerine büyük görevler düşmektedir. İslam dininin temel doğrularını öne çıkaran kucaklayıcı ve birleştirici bir duruş çerçevesinde siyasi liderler ve toplumun kanaat önderleri ortak bir deklarasyon yayınlamalıdır.
Aksi halde mezhepsel inatçılık Müslümanlar arasındaki çatışmaları savaşlara sürükleyebilir. Böyle bir vahşetin sorumlusu görevini hakkıyla yapmayan din alimleri, devlet ve hükümetleri idare eden siyasi zevat ile toplumda gücü olan cemaat- tarikat ve de mezhep önderleri olur.
Duamız; tüm Müslümanların İslamın yüce değerleri etrafında bütünleşmesidir.
NOT: Tüm İslam aleminin Kurban bayramını kutlar, barış ve huzura vesile olmasını dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.