Yürü be hey!..
Dün yapılan ve sonuçları az çok kestirilebilen ABD Başkanlık seçimleri arefesinde vuku bulan gelişmelere bilmem dikkat ediyor musunuz?
Bir yanda Suriye muhalefetini yeniden şekillendirme denemeleri; diğer yandan uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitchin Türkiye hakkında verdiği rapor!.. Bir yandan Türkiyenin kendi tarihinde ilk defa olmak üzere, İsrail Genelkurmay yetkililerini yargılamaya başlaması; diğer yandan Şemdin Sakıkın kimliğini açıklayarak, PKK ve derin devletle ilgili iddiaları yeni baştan gündeme taşıması!..
Daha ötede de AK Parti, mahalli seçimleri bir yıl öne alma düşüncesinden vazgeçerken; aynı sırada il yönetimleri hususunda tarihi bir adım daha atması!.. Son bir gelişme olarak bunlara, PKK davalarında ana dilde savunma hakkının tanınmasını, ayrıca ölüm oruçlarını sona erdirmek yolundaki teşebbüsleri de eklemek gerekecektir.
Tabii bütün bu gelişmeler arasında, Fitchin Türkiye hakkında verdiği raporun doğurduğu olumlu hava gözlerden kaçmıyordur sanırım. İlgili raporun ABD seçimleri beklenmeden açıklanması ise her bakımdan önemlidir. Eğer aksi olsaydı, Fitch raporunun yani ABD yönetiminin aracılığı ile temin edildiği biçiminde spekülasyonlardan geçilmez olurdu. Dolayısıyla zaten birkaç yıldır tehir edilen ve Türkiyenin esirgenen raporun doğuracağı olumlu havada, bütün ekonomik çevreler müttefik!..
Hal böyle olmakla beraber, burda sayın Babacanın hakkını teslim ve kendisini tebrik vazifemiz olmalıdır. Hatırlayın ki Türkiye uzun zamandır frene mi, yoksa gaza mı basmalı biçiminde lüzumsuz tartışmaların arasında yüzüyordu. Zafer Çağlayan iç tüketimi teşvik edecek politikalarda ısrar ederken, sayın Babacan toplumun kendi kazancının ötesinde harcamalara başvurmaması gerektiği yolunda, daha gerçekçi yaklaşımlar sergiliyordu. Bu son örnek bize, uluslararası dengeleri takip bakımından, Babacanın daha ayağı yere basan politikalardan yana olduğunu gösterdi ve onu bir defa daha haklı çıkarmaktan geri kalmadı.
Bir iki sene önce sayın cumhurbaşkanı (nitekim kendisi de ekonomisttir), Avrupa Birliği ülkelerinin hiç birinde, Ali Babacan ayarında ekonomi/maliye bakanı bulunmadığını ilân etmişti. İşte o şehadet bu başarı ile, bir defa daha taçlanmış bulunmuyor mu? Fakat işin garibine bakın ki böyle bir tecrübenin, şu anda siyasi hayatının sona ermesine de ramak kalmış vaziyette!..
Çünkü üç dönemdir parlamentoda bulunduğu için Babacan bir daha milletvekili adayı olamayacak ve köşesine çekilmek durumunda kalacak. Dolayısıyla kaderin cilvesi demekten başka bir çaremiz bulunmuyor bu sonuca.
Fitch raporunun ardından, fakat ABD seçimlerinin de önünde Türkiye, bir başka gelişmeye daha imza atıyor veya attı bile!.. O da İsrail Genelkurmay yetkilileri hakkında İstanbul mahkemelerinin açtığı dava!.. Bu davadan ne sonuç çıkar bilemeyiz. Ancak doğacak sonuç değil, Türkiyenin 80-90 yıllık tarihinde ilk defa böyle bir adım atıyor olmasıdır önemli olan!..
Bildiğiniz gibi Türkiye ithal kanunlarla kendi kendini yargılamaktan, milli menfaatlerini öne çıkaran iktidarları darbelerle devirmekten ve yargılamaktan zebûn düşmüş bir ülke görüntüsü verir dururdu. Yani onun hukuku içeride söker, dışarıya karşı kendi kendinin dalını-budağını budamakla vakit geçirirdi. 1938 öncesinin gizli vesayetine nöbetçilik eden Lozan komiserlerinin vazifesini 1944 veya 1946dan sonra ve bilhassa da 1952de NATOya girişimizden sonra yeni bir sınıf devirmiş ve her on yılda bir bu milleti terbiye seanslarından geçirmeyi vazife edinmişlerdi.
İşte Türkiye son birkaç yıldır, millet ve din üzerinde vesayet oluşturmuş sınıfları bir bir, kulağından çekerek yargı önüne taşıyor. Türk milleti üzerinde Birinci Dünya Savaşının ardından kurulan ipotekler, şimdi bir bir çözülüyor ve adeta tarihin kaderi ve istikameti değişiyor.
Hal böyle iken işler o noktada da kalmayarak, Türkiye bunu nasıl göze almışsa, şimdi Gazze seferini veya Gazze kayıplarını gerekçe göstererek, İsraili hukuki planda masaya yatırıyor. Yani yurtta sulh-cihanda sulh tekerlemelerini bir yana bırakarak, aynı hukukun milli sınırların ötelerinde de geçerli kılınabileceğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu bir ilktir ve İkinci Dünya savaşından bu yana da İsrailin maruz kaldığı en ciddi istiskal denemesidir.
İsrail bunun o kadar şuurundaki, ABD seçimleri yaklaştıkça, daha doğrusu da bu seçimler sonuçlanmadan Türkiye ile ne edip, edip barışmanın yollarını bunun için arıyordu. Putinden Obamaya, Sarkoziden Merkele ricacı kuyrukları bunun için oluşturulmuştu. Türkiye ise üzerindeki evrensel kuşatmaya rağmen bana mısın demedi ve ilkelerinden asla taviz vermedi.
Bilindiği gibi İsrail aynı denemeye İrana yönelik olarak da başvurmuş, fakat bu hususta ne Amerikayı ikna edebilmiş, ne de kendisi buna cesaret edememişti.
Yani sizin anlayacağınız, Ortadoğunun şımarık varlığının özgül ağırlığı her geçen gün azalıyor da azalıyor!.. Daha doğrusu da İsrail Ortadoğuda birincil değil, ikinci dereceden bir güç olduğuna dair kendi kendine bir hazım dönemine girecekmiş gibi gözüküyor.
Dolayısıyla bu süreçten PKKnın da bir ders çıkarması gerekiyor.
Onu bilmem, fakat Ermenistanın sırada olduğunu söyleyebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.