ABD seçimi ve Türkiye üzerine
ABD Başkanlık seçimini Türkiye kaygısız, rahat bir havada takip etti. Yani ne iktidar ve muhalefet ne de basın hop oturup hop kalkan bir görüntü vermedi. Ne oradaki Türk gazeteciler, ne buradaki ekonomik çevreler daralmış psikolojiler içine girmedi. Dahası Obama veya Romney kazanırsa, Türkiyeye şöyle bir kart göterilecek, Ermeni soykırım tehdidi tepemize balyoz gibi inecek cinsinden korkular üretilmedi. Bir başka husus da, İsrail ve Musevi lobileri aracılık etmeden, ABDdeki Türkiye aleyhtarı lobileri nasıl teskin edeceğimiz cinsinden kaygıları da pompalanmadı.
İşte Türkiyede milli olmayan liberallerin, milli olmayan ulusalcıların, kendilerinin milli olduğunu sanan milliyetçi ulusalcıların anlamadığı husus budur. Siz sanmayın ki, onlar özgürlük adına bir muhalefet faaliyeti yürütüyor. Siz sanmayın ki, onlar hasbi ve samimidirler. Onların yaptığı veya yapmak istediği, Türkiyeyi köşeye sıkıştırmak, zora sokmak, her hayırlı işe çelme takmaktır. Milliliği veya İslâmî olanı rayından saptırarak marjinalleştirmek, milliyetçiliği azdırarak toplumsal tesanüdü dinamitlemekten başka bir şey değildir.
Özetleyecek olursak, onların yaptıkları sadece şudur: Türkiyede ve dünyada, Türkiye aleyhine çalışan iflâh olmaz lobilerin sözcülüğünü yapmak, onların yazıp çizdiklerini tercümeden ibarettir. Onların ulusalcılık, liberalcilik veya milliyetçilik adına yaptıkları işte budur. Kavramları sıcak, muhtevası bozuk gıdalar gibi bir şey!.. Bereket ki bu tür sınıflar her geçen gün kendilerini yalnızlaştırıyor, her geçen gün büyük tarihî akıştan kopuyorlar. Yani tarihin ve coğrafyanın kaydettiği gelişmeler onları sürekli tekzip ediyor, çürütüyor.
Ne var ki bu süreçte onlarla aynı dili konuşmaya müneyyâ, yeni yeni bazı Müslüman isimler de tezahür ediyor. Büyük akıştan kopmak!.. Aykırı bir konuma bürünerek, kendilerini fark edilir kılmak isteyen bazıları!.. Onlar hakkında bizim kanaatimiz malûmdur: Kişiliği ve tefekkürü muhalefete şartlanmış bir çizgi ki, on yıllık iktidar dönemi bu sınıfları sanki yordu!.. Bu büyük akış içinde, muhalefet yapmadan kendilerini fark edilir kılamadıkları için de bunalıma düşüyor, ayrı bir makamdan ve muhalefet makamından konuşmayı tercih ediyorlar. Kaldı ki bu tür tavırlar farklı bir İslâm yorumundan beslense hadi ne ise!.. Fakat öyle de değil. Refleksif veya marjinal kişilik, güya kendini sağduyu kılıfına büründürmek istiyor. Sureti haktan bir intiba süsü vererek öyle de konuşuyor.
Ben böyle söylüyorum diye de kimseye iktidar mayışıklığı falan da tavsiye etmem. Doğruyu söylemek, Hakkı hatırlatıp durmak esastır. Hele hele yönetimleri eşit uygulamalara ve bilhassa da adaletli davranışlara davet temel vazifemizdir. Osmanlı sultanlarının kapı eşiğinde, giriş çıkışları esnasında onlara hatırlatılıp duran ebedî hakikat şu değil midir? Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!..
Dolayısıyla mağrur olmamak, mütevazı olmak ve her başarıyı da tevfîk-i ilâhi ile izah temel prensiptir. Muhataplarımızı veya muhaliflerimizi sevmesek bile onları horlamamak, rencide etmemek bir Peygamber buyruğu değil midir? Adaletten ve ahlâktan kopmanın bizi nerelere sürükleyip götüreceğinden şüphemiz olabilir mi?
Bunların hepsi doğru kuşkusuz!.. Fakat biz de bu sürecin içinde olduğumuza göre, kendimizi mevcut akıştan koptuğumuz zehabı uyandıracak bir frekanstan konuşmamak icap eder. Yanımızdaki bir dostumuzu veya komşumuzu uyarıyormuş gibi!.. Yıkmadan, rencide etmeden doğruyu söylemek ve ikaz!.. Doğru ve zarif olan, lüzumlu olan bu değil midir?
Tabii bir de somut vâkıalar üzerinden konuşmak lâzım gelir. Çıkan bir kanun, yapılan bir yatırım, tercih edilen bir politika, takınılan bir tutum vs. Öyle değil de şöyle olamaz mıydı? İnsan-toplum beklentileri, ülke ihtiyaçları, zamanın öncelileri vs. Hem karşımızdaki iktidarın veya muhalefetin ne düşündüğü hususunda toplumun bilgilendirilmesi hem de bizim o hususla ilgili yaklaşımımız. Bu cümlenin birinci kısmını ihmal eden, bilerek isteyerek örten bir eleştirinin samimiyetinden, kendine olan güveninden söz edilemez.
Nitekim yukarıda sıraladığım kesimlerin yaptığı eleştiri, insan üzerinde bir samimiyet tesiri uyandırmıyor. Hep sinsi ve kaçamak, hep ayrıntıyı genellemeye dayalı sinsi bir mantık oyunu!.. Ayrıca da hiçbir hayırlı işten ve başarıdan haz duymayan bir nefret tezahürü!.. Yani akıştan kopmuş menfi ruhlardan, karanlık tezahürlerden başka bir şey değil.
Bir de bazıları sanıyorlar ki; hükümetler ve devletler her şeye kâdirdir. Yok böyle bir şey!.. Onlar kötü olanı yasaklar, zararlı olanı def edebilir. Fakat toplumların kalbine girmek, insan ruhunu yüksek ahlâklarla donatmak o kadar da kolay bir şey değil ki!.. Onun için asıl yapılacak olan sürekli ahlâkî tezahürler üretmek, insana hürmet ve saygı ve bilhassa da düşkünün elinden tutmak ve adaletli davranışlar sergilemektir. Dahası asla yalan söylememek!..
Gündelik hayatımızda olsun, devlet ve hükümet uygulamalarında olsun, toplum sizin-bizim bu yanlarımızı rasat eder durur. İşte o esnada toplumun geliştirdiği derin şehâdetler var ya, asıl önemli burasıdır. Toplumların, yöneticilerinin dinine veya ahlâkî tutumuna temayül göstermesi de buradan ileri gelir.
Tabii bizim ne yapıp ettiğimiz de önemli. Çünkü hayatımızın bütünü hükümetlere emanet değil. Ekonomi ve siyasetin ne kadarına hükmedilebiliyor ki, hemen her şeyi hükümetlerden bekleyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.