Kültür sanat film ağlaması!
14 Mart 2011de İstanbul İntercontinentalde Discop Televizyon Fuarı düzenlenmişti. 1991den bu yana çeşitli ülkelerde düzenlenen televizyon filmleri fuarının bu sene İstanbulda yapılmasının sebebi, kuşkusuz Türk film ve dizilerinin dünya pazarlarında gördüğü ilgiye bağlı. Nitekim Discop Televizyon Fuarında Türk film ve dizilerinin gördüğü ilgi dudak uçuklatacak bir seviyede idi.
Tabii fuara katılan üretim ve pazarlama şirketleri sırf Türklerden ibaret de değil. Fakat Türkiye merkezli film ve dizilerin gördüğü rağbet o kadar ortadaki, komşu ve bölge ülkelerden gelen firma temsilcileri Türk sanatçılar, yönetmenler ve senaryo yazarları ile kuyruğa girmiş, durmaksızın fotoğraf çektiriyorlar. Bu da Türkiyenin son yıllarda ortaya koyduğu açılım politikalarının karşılığı olarak, kaydedilmesi gereken önemli bir husus. Dolayısıyla fuarda Türk film ve dizilerinin kapış kapış satıldığını söylemek dahi fazla!..
Satılan film ve dizilerin neler olduğunu söylemeye de gerek yok burada. Samanyolu ve TRT yapımları dahil, Başbakanın şikâyet ettiği Muhteşem Yüzyıldan tutun Yaprak Dökümünden çıkın!.. İşte şimdi Türkiye böyle bir realite ile karşı karşıya. Sadece el emeği veya fabrika ürünü mallar satmıyor, aynı zamanda kültür ve sanat ihraç eden bir ülke haline de geliyor. Bu dizilerin kadın veya erkek sanatçıları bilhassa komşu ve bölge ülkelerde idole dönüşüyor, posterleri duvarlarını süslüyor, Türkiye merkezli geniş kamuoyu halkalarında tahminlerin ötesinde bir İstanbul ve Türkiye cazibesi oluşuyor.
Nitekim Discop Televizyon Fuarına katılan Türk yapımcılardan Mehmet Altıoklar, o tarihte bakın neler söylemişti: Türk dizileri dünyayı kurtaracak!.. Bu sözüm belki iddialı gelebilir. Ancak Doğu ile Batının buluşması, dizilerimiz sayesinde olacak!..
Kendisini tanımadığım Mehmet Altıokların sözü doğrusu benim içimi gönendirdi desem yeridir. Bir fikir ve ideolojiden yola çıkarak değil, mevcut talep yoğunluğundan hareketle ulaşılan bu cümle, ülke olarak taşıdığımız rolü ve sorumluluğu hatırlatması bakımından ne kadar da anlamlı!..
Öyleyse bu tarihi cümlenin içini doldurmak noktasında sanatçısından oyuncusuna, senaryo yazarından yönetmenine kadar hepimizin katkı üretmesi gerekir. Fakat bu katkıyı sırf ilgili kesime havale etmekle de bu iş yürümez. Kuşkusuz ilgili sınıflar yaptıkları işi, özel sektör mantığı ile icra etmektedirler. Yapımcı firmalar veya televizyon şirketleri olarak!..
Ama bunun dışında, kademe kademe genişleyen halkalar halinde, işin içine TRTnin, Kültür Bakanlığının ve hükümetin de dahil olduğunu nasıl olur da unuturuz? Sanıyorum ülkenin genel kültür politikalarından sorumluğunu hatırlayarak, Başbakanın bir dizi hakkındaki eleştirilerini dile getirmesi de buradan ileri gelmelidir.
Dolayısıyla bu eleştirinin yapımcı firma, senaryo yazarı, yönetmen ve ilgili televizyon şirketinin sahibi üzerindeki tesirini el birliği ile takip edeceğiz. Fakat bu tesiri ne mübalâğa etmek ne de küçümsemek gerekir.
Onun yerine konunun önemini müdrik olarak, daha uzun vadeli ve üstü örtülü yönlendirmelere başvurmak daha isabetli olur diye düşünüyoruz. Çünkü hadisenin sermaye kesimi bir tarafa, işin sanata ve sanatçıya tallûk eden kısmında yumuşak ilişkilerin, diyaloğun, yerinde hatırlatmaların daha verimli sonuçlar hasıl edeceğini tahmin zor olmamalıdır. Aksi halde sanatçı(!) milleti ile başı sonu gelmez tartışmalar baş gösterir ki, bunun da kimseye bir faydası dokunmaz. Üstüne üstlük bu tür tartışmaların, aşırı bir mübalâğa ile, uluslararası pazarlarda tedavüle sokulabileceğini de unutmamak gerekir. Ayrıca film ve dizilerin büyük bir rağbetle izlendiği ülkeler basınında, Türkiyenin kendi yaptığı(!) filmler üzerinden eleştiri konusu yapıldığını düşünün!.. Dolayısıyla daha sakin ve mantıklı bir yaklaşıma olan ihtiyaç, her zamankinden fazladır. Nitekim düşünün ki Devlet Tiyatrolarına yönelik eleştiriler ne durumda? Atılmış bir adıma şahit oluyor musunuz siz?
Onun için bu tür eleştiriler yerden göğe kadar haklı olsa bile, asıl sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz manasına asla gelmemelidir. Dahası bizim nazarımızda bu mevzu o derecede önem arzetmektedir ki, doğrudan Bakanlar Kurulunda ele alınmalı, hükümete bağlı kültür/kamu kuruluşları tarafından da masaya yatırılmak gerekir.
Yani bu tür meseleler sokaktaki insanla değil, bu meselelere ömür boyu kafa yormuş gerçek sanatçılarla ve kültür adamları ile konuşularak, planlayarak, iş bölümü yapılarak çözülür. Öyleyse yeri gelmişken burda sormayalım mı?
Böyle İslâmi veya muhafazakâr bir hükümet döneminde, Kültür Bakanlığına veya TRTye İsmail Güneş gibi, Tuncay Öztürk gibi, Salih Diriklik gibi, Mesut Uçakan gibi, Atalay ve Mehmet Taşdiken gibi film yönetmenlerinden herhangi birinin davet bile edilmediğini, görüşlerinin sorulmadığını söylersem şaşırmaz mısınız? Allah var eğer teklif etmişlerse, film ve dizilerinin, senaryolarının kabul görmediğinden, rahatlıkla emin olabilirsiniz!..
Reis Beyi, Dördüncü Muratı, Küçük Ağayı kimin çektiğini bile bilmeyen vali, kaymakam artığı sınıflarla bu işler yürür sanılıyorsa, vah bizim halimize demekten başka çare yoktur.
Netice olarak şunu söylemek gerekiyor. Ekonomide, mühendislikte ve dış politikada dağları deviren Türkiye, sıra kendi kültürünü oluşturmaya gelince uğunup kalıyor!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.