Sorun çok boyutluysa çözümü de öyledir
Bir süre önce bazı emekli komutanlar etnik terörle mücadele konusunda birtakım önemli hatalar yapıldığını söylemiş, “yöre halkının ana dillerini konuşmalarını bile tehdit görüp yasaklamaya kalktık” şeklinde görüş beyan etmişlerdi.
Geçenlerde Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, “Maalesef dağa çıkışları önleyemedik, bu konuda başarısız olduk” itirafında bulunmuştu.
Yine geçenlerde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi birtakım değerleri başkalarına kaptırdık” şeklinde yakınmıştı.
Derken CHP lideri Deniz Baykal’ın herkesi şaşırtan Kürt açılımı gündeme geldi.
Baykal, “Bölgeye dönük Kürtçe radyo ve televizyon yayını yapılmasından, Kürt ve Arap gençlerinin üniversitelerimizde okumasına, bölgeye düzenli su verilmesinden yeni sınır kapıları açılıp ticaretin genişletilmesine, bölgeye daha fazla iş, daha fazla eğitim götürülmesinden Barzani yönetimiyle düşmanlığı değil, iyi ilişkileri esas alan işbirliği gerçekleştirilmesine” kadar bir dizi öneri sıralamıştı.
Bu aralar sınır ötesi operasyonlar gündemde.
Ancak, herkesin hemfikir olduğu bir husus var ki, askeri operasyonlar ne kadar caydırıcı olursa olsun, son tahlilde terör sorununu kökten çözecek bir yöntem değil.
Teorik olarak herkes askeri tedbirlerin yanı sıra mutlaka başka bazı önlemler de alınmasından, başka bazı adımlar da atılmasından yana.
Kısacası, sınır ötesinden ziyade sınır içinde yapılacak işler önemli.
Bu işlerin neler olduğuna gelince, işte bu noktada maalesef günü birlik kısır siyasi çekişmeler, karşılıklı ağır ithamlar ve bütünü parçalara indirgeyen eklektik bakış açıları devreye giriyor, daha önce söylenenler bir çırpıda unutuluyor ve sonuçta “askeri seçenek” dışında elde bir şey bırakılmıyor neredeyse.
Yeniden başa dönülüyor yani.
çeyrek asırdır devam eden etnik temele dayalı bölücü terörle mücadelede kimse bugünden yarına sonuç almayı beklemiyor ama çeyrek asır sonra varılan noktanın birtakım itiraflardan ibaret kalması da düşündürücü.
öncelikle, yılların yanlışlarıyla iyice karmaşıklaşmış bir sorunu, yerine göre birini öne çıkaracağımız “geri kalmışlık, eğitimsizlik, dış güçlerin kışkırtması, devletin yanlış politikaları vb” birkaç faktöre indirgeyerek açıklamak, rahatlatıcı olsa da gerçekçi olamıyor.
Misal, sorunu ekonomik gerilik ve yoksullukla izah edip çözümü de yatırımları hızlandırmak olarak ifade etmek…
İspanya’da etnik terörün merkezi olan Bask bölgesi, ekonomik açıdan son derece gelişmiş bir bölge ama aynı sorun orada da var.
Elbette bölgedeki yoksulluğun hiçbir şekilde faktör olmadığını da söyleyemeyiz.
Aynı şekilde sorunun dış bağlantılarını görmezden gelecek de değiliz.
Bu zamana kadar uygulanan yanlış politikaların sorunu derinleştirip genişlettiğini de.
Vurgulamak istediğimiz, bütün faktörleri bir arada ve eş zamanlı düşünerek, sorunu çok boyutlu ve kapsamlı ele almanın gereği.
Bu çerçevede neler yapılabilir?
öncelikle temel hak ve özgürlükler alanında geri değil ileri adımlar atmaya devam etmeliyiz.
Yasak ve baskıların sadece terörün işini kolaylaştırdığını artık görmeyen kalmamıştır herhalde.
İkincisi yılların yanlış politikalarıyla bozulup zedelenmiş birlik ve beraberlik dokusunu yeniden güçlendirecek, siyasi, kültürel, sanatsal, ekonomik vs her türlü yol ve yöntem bulunmalı ve titizlikle izlenmelidir.
Asırlardır bir arada kardeşçe yaşamış, kız alıp kız vermelerle birbirine katılıp adeta tekleşmiş iki halkın arasında en büyük ortak payda ve lehim olan inanç kardeşliğini pekiştirmek için ortak duyarlılık ve kavramlara hayatiyet kazandırılmalıdır. (Bunun, irtica paranoyalarıyla malul ve her alanda sekülerleşmenin çağdaşlaşma sanıldığı ülkemizde nasıl sağlanacağı ayrı ve hayli müşkül bir konu tabii ama iki halkı birbirine kaynaştırmada daha etkili olacak başka bir formül de yok.)
üçüncüsü, yanı başımızdaki komşumuz olan Irak’ta en azından 3’lü bir federatif bir yapılanmaya gidileceği belli.
Gereksiz ve anlamsız düşmanlıklar üretmek yerine, büyük devlet olmanın özgüven, sükunet, şefkat ve vakarı içinde Kuzey Irak’la iyi ilişkiler geliştirmeye gayret edilmelidir.
Türkiye’yi kendi insanlarımız için huzur ve refah dolu bir cazibe merkezi yapabildiğimiz oranda, kimsenin başka bir ülkeyi düşleyeceği düşünülemez.
Bunu sağlayamadığınız zaman ise, modern dünyada zaten kimseyi zorla tutamazsınız.
Nitekim binlerce vatandaşımız, iş veya eğitim amacıyla başka ülkelere gitmek için yabancı elçiliklerin önünde kuyruğa girmiyor mu?
Sabah akşam “Bize serbest dolaşım hakkı vermezlerse AB’ye girmenin anlamı yok” diye nutuk atan yöneticilerimizin, “Ya Kuzey Irak ayrı bir yapılanmaya girip petrol gelirleriyle de ekonomik bir cazibe merkezi olursa…” diye kaygılanmaları çelişki değil mi?
Mesele Türkiye’yi bütün vatandaşlarımız için bir cazibe merkezi yapmanın arayışında olmak.
Bunun için de sorunları sağduyuyla, sükunetle ve bütün boyutlarıyla konuşmak şart.
münaşaka
Kendisini öve öve bitiremeyen Hülya Avşar “Ben Türkiye’nin Einstein’ıyım” demiş.
“Fizik” ve “fizikçi” olmayı birbirine karıştırıyor galiba.
sözünözü
Güneşin altında yeni bir şey yok ama bilmediğimiz çok eski şey var. (Ambroso Bierce)