Yunus Emre Kültür Merkezleri
Türkiyenin son yıllarda gerçekleştirdiği bölgesel ve küresel açılımın yansımalarını, daha ziyade dış politika ve ekonomi noktai nazarından takip ediyoruz. Ya da basın ve televizyonlar hadisenin bu tarafını öne çıkarıyor. Belki burda TİKA faaliyetleri ile, yurtdışında yoğun ilgi uyandıran televizyon dizileri bir istisna teşkil etmektedir.
Fakat unuttuğumuz, gözden kaçırdığımız yeni bir dalga daha söz konusu: O da Türkiyenin açılım kabiliyeti ile orantılı, çevre ve bölge ülkelerde meydana gelen Türkçe öğrenme talebindeki patlamalardır. Nitekim bir hafta boyu dolaştığım Balkan ülke ve şehirlerinde, bu canlı alâkaya yakından şahit olma imkânı buldum.
İşte Türkiye gerek Başbakanlık, gerekse Dışişleri Bakanlığı seviyesinde, bu ihtiyacı karşılamak üzere, Yunus Emre Enstitüsü adı altında önemli bir kuruluşa vücut verdi. Görevi, yurtdışında bulunan Türklere ve yabancılara Türkçe öğretmek, Türk kültürünü tanıtmak olan kuruluş, hızlı bir örgütlenme ile ciddi mesafeler katetmiş durumda. Aynen Alman veya İngiliz Kültür Merkezleri gibi çalışan Yunus Emre Enstitüsü, yurtdışı ünitelerini, Türk Kültür Merkezi veya Merkezleri başlığıyla sunmaya çalışıyor: Üsküp Yunus Emre Türk Kültür Merkezi, Kosova Yunus Emre Türk Kültür Merkezi gibi!..
Halen harıl harıl çalışan, kalabalık nüfuslara hitap eden Türk Kültür Merkezlerinin sayısı ise daha şimdiden 36yı bulmamış mı? Moskova, Tahran, Kahire, bütün Kuzey Afrika ülkeleri ve Balkanlar!.. İsterseniz bu listeye Paris, Londra ve Berlin gibi batı başkentlerini de dahil edebilirsiniz. Aslına bakarsanız listeyi daha da kabartmak mümkün!.. Çünkü talep o kadar yoğun ki, aynı ülkenin farklı şehirlerinde şubeler açmak lüzumu hasıl oluyor. Böyle böyle de hizmet tabanlara kadar yayılıyor. Nitekim Kahire, Tahran, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Balkanlar, Türkçe öğrenme talebinin en yoğun yaşandığı bölgeleri teşkil etmektedir.
Yunus Emre Enstitüsünün kurumlaşma sürecine daha başından beri vakıf olan bendeniz, bir keresinde Kurum Başkanı Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan ile Tirana gidecek iken, bir aksilik olmuş ve ben geri kalmıştım. İşte o gecikmiş ziyaret şimdi vuku buldu ve ben kaşla göz arasında kendimi Üsküpte, Kosovada buldum. Dolayısıyla yazacaklarımın bundan sonraki kısımları, doğrudan Makedonya ve Kosova izlenimlerine dayanıyor.
Meselâ her iki ülkede de Türkçe öğrenme arzusu, Arnavutlar ve Makedonlar (hristiyan) arasında çok yaygın. Bilhassa da Makedon dili konuşan Müslüman Torbeşler, Pomaklar!.. Her nedense orada Ulahlarla karşılaşmadım. Türkleri çok seven Ulah unsura özel bir ilgi gerekiyor.
Bir başka husus, Kosova ve Makedonya üniversitelerinde Türk Dili ve Edebiyatının okutuluyor olması!.. Fakat bu eğitim gramere kilitlenmiş vaziyette. Yeni edebiyat, klasik edebiyat, tarih hemen hemen yok gibi!.. Görünür sebep ise hoca yokluğu. Fakat bana göre asıl sebep daha derinlerde!.. Çünkü öğretim üyelerinin Türkçe kapasiteleri bayağı zayıf. Onun için Türkçeyi mühendisliğe indirgemeleri buradan ileri geliyor. Bir başka husus, nesir yazmaktan umumi bir kaçış söz konusu. Dolayısıyla nesirsiz bir edebiyat ve kültür dilinin gelişemeyeceği düşünülerek, hiç olmazsa dar bir gruba yazma temrinleri yaptırılsa iyi olur diye düşünüyorum. Yani ancak bundan sonradır ki o ülkelerde Türkçe hikâye, roman, hatıra ve tarih türünde eserlerin önü açılabilir. Ayrıca basılmasında da sorun yok ve serbest!..
İkinci bir husus daha var: O da Türkçe öğrenen Makedon ve Arnavutlar arasında kabiliyetli birer grubun eğitimine daha bir önem verilmesi. Buna belki daha derin bir Türkçe öğretimi diyebiliriz. Eğer böyle gruplar ortaya çıkarsa, onlara Türkçeden ilgili dillere, ilgili dillerden Türkçeye tercümeler yaptırılabilir diye düşünüyorum. Kuşkusuz bu vazifeyi oralardaki Türk şairler de yapabilir. Fakat onların dahi Türkçelerinin yükseltilmesi lüzumlu görülmektedir.
Yani demek istiyorum ki Türk, Makedon ve Arnavut şirketlerinde Türkçe bilen eleman ihtiyacı, yoğun Türkiye seyahatlerinde hissedilen Türkçe bilgisi, Türk televizyonlarını takip dürtüsü, neye sayarsanız sayın!.. İlgi çok fazla ve oralardaki arkadaşlar da canla başla çalışıyor. İşte benim söylediğim bunun bir adım ötesi ve daha uzun vadeli düşünmeyi gerektiren bir husus!..
Bir de şu var ki, beni derin derin düşündürdü desem yeridir. Bir Afrikalıya, bir Ortadoğuluya, bir Balkanlıya Türkçe nasıl öğretilir? Onların karşılaştığı güçlük nelerdir? Hiç düşündünüz mü bunu? İşte Yunus Emre hepimiz adına, bu sorunun cevabını üretiyor. Gerçi şimdiye kadar bu alanda, TÖMER ve Fethullah Hoca cemaatinin bazı tecrübeleri bulunmuyor değil. O tecrübelere de kültür hayatımız maalesef pek fazla vakıf sayılmaz.
Ama Yunus Emre Enstitüsü, kültür ve düşünce hayatımıza açık olan yapısı ile, geliştirdiği tecrübeyi kamuoyuna mal etmekten geri durmayacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla ilgili tecrübeye vakıf olmak, hepimiz adına önemli bir kazanç teşkil edecektir.
İşte böyle böyle ekonomi ve Türk parası gibi; Türkçe ve Türk kültürü, Türk edebiyatı ve tarihi de, uluslar arası pazara kendini arzetme imkânı bulmaktadır.
Bu bakımdan girdiği yeni yolda Yunus Emre Enstitüsüne katkı sunmak, ulaştığı tecrübeleri paylaşmak hepimiz adına birer vazife sayılmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.