Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Davutoğlu tahlili

Davutoğlu tahlili

Konuşması sırasında daha iyi fark ettiğim bir yanı var Davutoğlu’nun. O da Türkiye’ye veya dünyaya dönük sayısız gelişmeyi anında kategorize edebilmesi. Bu noktada öyle bir pratiğe sahip ki, her türlü problemi anında gruplandırıyor, onları birbirine yakın veya uzak kümelere dönüştürebiliyor. Yani karşımızdaki sayısız kaos manzarasını anında vuzûhlu hale getirebiliyor.

Mevcudun, hâli hazırın içinden ulaştığı sonucu, zaman oluyor problemlerin gelişmesi, evrilmesi sırasında da denediği görülüyor. Yani aynı zihin, mevcut bir soruna hem hâli hazır, hem de geçmişe dönük seyir bakımından yaklaşabiliyor. Dolayısı ile Davutoğlu aynı anda, birbirinden farklı bakışları devreye sokabilen birisi demektir.

Dikkat edilirse o burda da kalmıyor. Sahibi olduğu birikimle bölgesel veya küresel sorunlara neresinden müdahale edilebilir, onlara nasıl setler çekilir? Bunu da iyi hesap ettiği anlaşılıyor. Demek istiyorum ki Türkiye adına farklı farklı imkânlar yakalamak, onun için spontane bir mümareseye dönüşmüş.

Sayısız problemi ve vukuatı anında gruplandırmak, bunları birbirine değen ve değmeyen yanları ile ilişkilendirmek!.. Bu zihin faaliyetinin yanında, onları analiz edebilme kabiliyeti!.. Bir de farkında olarak veya olmayarak anında başvurduğu kavramlaştırma denemeleri!..

Yani öyle bir an geliyor ki biz Davutoğlu’nu dinlerken, Türkiye’yi ve uluslar arası sorunları ya problem kümeleri ya da kavramsal adacıklar biçiminde algılamaya başlıyoruz. Daha doğrusu da insan zihnine sığmayan sayısız sorun, baş döndürücü trafik ve itişip kakışma şemalara, krokilere ve tablolara dönüşerek, daha bir kavranabilir hale gelmemiş mi?

Denilebilir ki burası, sayın Davutoğlu’nun en baskın tarafıdır. Meşgul olduğu alana dönük müthiş bir birikim. Bu birikimin yardımı ile kolayca ulaştığı gruplandırmalar, kümelendirmeler!.. Yani kaoslu manzaralardan, anında vuzûhlu tablolar çıkarmak!.. Buradan doğan bir analiz kabiliyeti ve onu takip eden sentezci, terkipçi yeni bir tutum daha!..

İşte Davutoğlu’nun “hoca” tarafı ortaya çıkıyor buradan. Hem de iyi bir hoca!.. Süratli çalışan bir zihin, tahlilci bir kafa ve anında terkip geliştirebilen bir supleks!..

Fakat Davutoğlu bu noktada alelâde bir hoca olarak da kalmıyor. Durduğu yerde beklenmedik sıçramalar gerçekleştiriyor. Şahidi olduğumuz zihni sıçramalar da daha ziyade, ulaştığı yeni terkip ve önermeler safhasında ortaya koyuyor. Dolayısıyla onu dinlerken daha bir fark ediyoruz: Davutoğlu alelâde bir hoca olarak konuşmuyor karşımızda!.. Türkiye’ye, bölgeye ve dünyaya dönük algılamamızı değiştiren, onunla adeta oynayan sihirbaz gibi bir havaya bürünüyor.
Fakat bu sihirbaz hislerimizle oynamıyor. Bizi tahrik etmiyor, heyecana sevketmiyor. Tam tersine zihnimize ve mantığımıza hitap ediyor. Muhakememize yöneliyor. Bu safhada onun alabildiğine nesnel davrandığını hissediyoruz. Yani lüzumsuz kaçan mantık oyunlarına, hislerimizi tahrike dönük mekanizmalara hiç mi hiç ihtiyaç duymuyor. İşte bu yüzden yaptığı konuşma, dinleyenlerin üzerine ön yargısız yansıyor. Zaten tesiri de buradan doğuyor. Son derece tabii konuşuyor, sahibi olduğu birikim sühûletli olarak durmaksızın boşalıyor.

İşte ilk bakışta spontane, yapmacıksız ve ön yargısız cereyan eder gibi gözüken bu konuşma, bir an geliyor bizi realitenin dışına çıkarıyor. Ya da sayısız siyasi vukuatın üzerine yükselmiş gibi hissediyoruz kendimizi. Orası ise realiteden koptuğumuz, dünyayı zihnî kümeler ve kavramlar biçiminde algıladığımız bambaşka bir düzlem!.. Türkiye’yi, bölgeyi ya da uluslar arası vukuatı film sahnelerinden izler gibi değil, herhangi bir teori kitabından okur gibi bir hal alıyoruz. Daha açık ifade edeyim:

O anda sahibi olduğumuz bir teorinin yardımı ile mi kavrıyoruz dünyayı? Yoksa sayısız dünya olayı, çatısı daha önceden çatılmış bir teoriyi desteklemek ve doğrulamak için malzemelere mi dönüşüyor? Buna ister bir tecrit gücü deyin, isterse bir yönetmenin oyunculara rol ve fonksiyon yüklemesi olarak bakın.

Bazı büyük sanatçılarda da görürüz bu kabiliyeti. Nitekim onlar sayısız teferruatı anında tevhid edebilir, bütün âlemi vahdeti vücud cezbesi ile dopdolu hissettirebilirler bize. Fakat burda yatan kabiliyetin, ilk anda fark edilmeyebilen enteresan bir soyutlama gücünden ileri geldiği unutulmamalıdır. İşte Davutoğlu’nda o büyük, soylu sanatçıları andıran bir başka yan daha var. Fakat o bunu sanat olarak değil, düşünce faaliyeti olarak icra ediyor. Farkında olarak veya olmayarak!.. Ama unutmayalım, onun büyük tesiri de zaten buradan hasıl olmaktadır.
Ancak bu nokta bir tehlikeyi de barındırmıyor değil. Teorinin, kavram ve kümelendirmelerin realiteyi bastırması gibi bir tehlike!.. Nitekim Ziya Gökalp’te de benzer bir taraf vardı. İddiasız konuşur, hiçbir jeste ve psikolojiye ihtiyaç duymaz, kolay kategorizeler geliştirirdi. Onda da zihnî kapasite, realiteye ziyadesiyle baskın çıkardı. Ne var ki kurduğu her teori, kesgin ve kırılgan siyasi vukuat tarafından sık sık tekzibe uğramaktan kurtulamadı.

Yalnız Davutoğlu’nun ona göre büyük bir farkı bulunuyor. Gökalp çöküş döneminin teorisyeni iken, Davutoğlu tam tersine, inşirâhlı dönemlerimizden haber veriyor. Dolayısıyla onun için şimdilik böyle bir tehlikeden söz edilemez diye düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi