Başbakanı duyan var mı?
Aile Bakanlığının tertiplediği toplantıda Başbakan şamandırayı gene dikti: En az üç çocuk!.. Bir çocuk yetmez, iki çocuk yetmez, en az üç çocuk!.. Belki biraz açık artırmaya dayalı bir pazarlığı hatırlatsa bile, maalesef toplum olarak böyle bir sorunla karşı karşıyayız. Toplumun doğurganlık oranı her geçen yıl düşüyor. Türkiye nüfusu da beklendiği şekilde artmıyor, yerinde sayıyor.
Başbakanın bir ülke için, özellikle de istikbale dönük büyük iddialara sahip bir ülke için, nüfusun ne mânâya geldiğinin farkında olduğu ortada. Nüfusla kalkınma, nüfusla politika, nüfusla büyük medeniyetler arasındaki ilişki iyi kurulamazsa, Başbakanın derinden derine sürüp giden şikâyetinin mânâsı da herhalde kavranamaz.
Nitekim aynı temenniyi Başbakan, ne zamandan beri dile getiriyor? O toplantı, bu toplantı, fırsat bulduğu her platformda tekrar tekrar bu hususu vurguluyor. Hatta bir-iki kere şahit oldum: Katıldığı nikâh törenlerinde, gelin ve damat adaylarına aynı telkinlerde bulunmuyor mu? Dolayısıyla ülke adına sorumluluk üstlenmiş yetkili bir ağzın, aynı temayı tekrar tekrar vurgulaması sizin de dikkatinizi çekmiş olmalıdır.
Fakat Başbakanın vurguladığı konuya hak veren, iştirak eden başka bir bakan, bürokrat veya kamu kurumu da yok. Herhangi bir toplantıda olsun, benzer tarzda konuşan birilerine şahit oluyor musunuz? Meselâ önemli, tanınırlığı olan Büyükşehir belediye başkanları, onlar adına nikâh kıyan memurlar?..
Acaba dinî nikâh kıyan imamlarımız, müftülerimiz olsun, onların dilinden böyle telkinler sâdır oluyor mudur? Peygamber Efendimizin, çokluğumuzdan memnun olacağına dair cümleleri hatıra geliyor mudur?
Bilmiyoruz bunları!..
Fakat bildiğimiz bir şey varsa, o da Başbakanın sık sık vurguladığı hususun, henüz daha ne gönüllü kuruluşlarımızın, ne de kadın-aile ve çocuğa dönük hizmet üreten vakıf ve derneklerimizin gündemine inmediğidir. Çünkü basına yansıyan ve yansımayan sayısız faaliyet arasında, nüfusla ilgili herhangi bir toplantıya maalesef şahit olamıyoruz. Bu demek oluyor ki, dini veya muhafazakâr nitelik arzeden kuruluşlarımızın gündeminde, henüz daha böyle bir problem bulunmamaktadır.
Maalesef bunun da mânâsı şudur: Türkiyede İslâmî veya muhafazakâr câmiaların ortak kültür değerleri arasında böyle bir mevzunun yer almaması!.. Dolayısıyla sayın Başbakanın vurguladığı tema, bu tabanlardan coşup yükselen bir talep değildir. Yani toplumsal katmanların böyle bir sorunun farkında olmadığı meydandadır. Haliyle Başbakanın düşüncesinin, toplumda maya tutmasını beklemekten başka yapacak bir şey yoktur. Bilmem o sözlerin dinî cemaatler ve tarikatlar zemininde olsun, herhangi bir yansımasından söz edilebilir mi?
Fakat burada benim asıl dikkatimi çeken, kamu bürokrasisinin ve görevli bazı bakanlıkların sergilediği duyarsızlıktır. Kuşkusuz böyle bir sorunun muhatabı ne iki-üç bakanlık, ne de üç-beş sivil toplum kuruluşudur. Ancak hiç olmazsa Aile Bakanlığını, böyle bir kaygıya ortaklık hisleri içinde görebiliyor muyuz? Kadına şiddet vurgusu ile kendini özdeşleştiren bakanlığın, bu alana dönük emek ve katkıları, topluma yansıtılmakta neden gecikiliyor? Bu alanın hiç olmazsa kültürünü oluşturmak için, ciddi bazı yayınlar düşünülemez mi?
Aynı şekilde ilgili bakanlık, diğer kamu kurumları nezdinde önderlik yapamaz mı? TRTyi Diyaneti, Sağlık Bakanlığını, sosyal güvenlik kuruluşlarını davet ederek, onlara bu mevzunun önemini anlatamaz mı?
Fakat bu tür toplantılardan verim alınabilmesi için, ilgili bakanlığın uzmanlarının aylarca çalışması, fikir ve politika geliştirmesi, daha önemlisi tarihte ve günümüzde denenmiş yöntemleri edinmeleri de gerekir. İşte böyle bir bilgi birikimine haiz olduktan sonra diğer kurumlarla koordinasyona geçilebilir. Bu arada; aynı koordinasyon çalışmalarını sivil toplum için de düşünmek gerekir. Nitekim bunun bir örneği kadına şiddet politikaları oluşturulurken denenmiş, ayrıca başarılı sonuçlar da elde edilmişti.
Dolayısıyla henüz böyle hazırlıklar, planlar yapılmadığı için, Başbakanın üç çocuk temennisinin, hükümet politikası seviyesine yükseltildiği söylenemez. İnşallah işin o safhasını da görürüz. Fakat dinî ve toplumsal katmanlarda bu ihtiyaç ne zaman maya tutar? İşte onu bilmiyor ve kestiremiyoruz.
Bu arada biliyorsunuz Türkiye, 2023te dünyanın ilk on ülkesi arasına girmek istiyor. Bu on ülkenin çoğu kıtalar büyüklüğünde!.. Nüfusları da, toprakları da çok büyük!.. Dolayısıyla ekonomileri de aynı şekilde: Amerika, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, İngiltere ve Fransa (sömürgeleri ile). Bunun tek istisnası belki Japonya, Almanyayı da ayrıca kendi sınırlarını aşan bir genişlikle düşünmek icabeder.
On büyüklerin realitesi işte böyle!.. Peki, 70-75 milyonluk bir Türkiye için, ilk ona girmek bu şartlarda mümkün olabilir mi? Bu bir hayal olmasın sakın? Öyleyse bu engel nasıl aşılabilir? Hem nüfus, hem ekonomi, aynı sınavla karşı karşıya demek değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.