Stratejik kırılma
Türkiye’nin Kandil’le başlattığı yeni müzakere sürecinden rahatsız olan çevreleri izlemenin tam zamanı!..
Bu öyle bir süreç ki Türk’ten-Kürt’ten, bu ülkeden yana olanlarla, olmayanların birbirinden ayrıştığı garip bir ayna rolü oynuyor. Bir soru soruyorsun, bir adım atıyorsun; akla kara birbirinden ayrışıveriyor!.. Ya da kapta bulunan mâyiye bir damlacık iksir damlatıyorsun, özü ve safrası aynı anda ayrışmakta gecikmiyor.
Kuşkusuz mevcut ilişkinin karanlıkta kalan bazı yönleri yok değil. Fakat böylesi zorlu süreçlerin tabiatı, biraz da bunu gerektirmez mi? Yani mesafe alındıkça, ortalık kademe kademe aydınlanacak demek istiyorum.
Hal böyle olsa bile, probleme böyle yaklaşmayıp, onu sağından solundan mıncıklamaya kalkışanlara ne demek gerekir bilmiyorum. Onlara cevap vermeye, açmazlarını sergilemeye kalkışmak da nafile ayrıca. İşte bu hususu böylece not ettikten sonra, barış müzakerelerinden karnı şişenleri, kendi aralarında gruplandırmak da faydadan hâli değildir.
O hazımsız ya da müfsit takımlardan bazıları, PKK veya terör meselesi hal yoluna girerse, hükümete karşı neyle mücadele edeceklerinin şaşkınlığını yaşıyor. Aksi halde AK Parti hükümeti durdurulamaz!.. Hele hele önümüzdeki yerel veya genel seçimlerde nal toplamaktan başka ne yapabiliriz, diye kara kara düşünüyorlar.
İşte bu kesimlerden bazıları Kürtleri, bazıları da Anadolu Türklüğünü tahrik için, elinden geleni arkasına koymuyor. Kürtleri tahrik rolüne soyunanların, satır aralarına sıkıştırdığı şu: Bu işte hükümet Apo’yu kullanıyor!.. Apo’yu, PKK’yı hizaya getirmek için tepe tepe kullanıp, posasını çıkarıp atmaya hazırlanıyor. Ya da meselâ CHP bile tersinden bir okuma yaparak hükümete destek verirken, BDP lideri Selâhattin Demirtaş sürece desteği bakımından ana muhalefet partisine teşekkür ederken, eski Yarsav’cı Emine Ülker Tarhan’ın ağzından çıkan söze bakın!.. “Öcalan’a ne verdiniz?”
Yani aynı hadiseye iki farklı bakış: Bazıları Öcalan kullanılıp atılacak diye iddia ederken, diğer bazıları da Öcalan’a ne verdiniz diye soruyor. İşte bu tavırlardan ilki Kürtleri, ikincisi de Türkleri tahrike yönelik bir anlam taşımaktadır.
Türkleri tahrik rolüne soyunmuş iki-üç gazete de, bu işte bilhassa başı çekiyor. Bunlardan birincisi sermayesi meşkûk, İsrail Büyükelçisinin ziyaretten geri kalmadığı Sözcü gazetesi!.. Diğer ikisinin adını ise zikretmeye bile gerek duymuyorum.
Fakat bu iki kategorinin dışında, şuursuz bazıları daha var. Onlar ise büyük tarihî mücadelelerin, inişli-çıkışlı engebelerle dolu olduğunu bilmeyen, başta kurgulanmış bir stratejinin ilânihaye sürüp gideceğini zanneden safdillerden başkası değil. O takımlar eskiden ezberledikleri bir stratejiyi, o stratejiye dair muhalefet jargonunu şuursuzca tekrar eder dururlar. Bu kesimlerin herhangi bir manevra kabiliyeti yoktur dolayısıyla.
İşte bu yüzden, büyük strateji değişikliklerinin yaşandığı dönemlerde ya dut yemiş bülbüle dönerler ya da kullandıkları dil onları iyot gibi açığa çıkarmaktan başka bir işe yaramaz. Bu bakımdan genelde kendilerine istihbarat malzemesi tevdi edilen ve bu tür emanet malzeme ile konuşmayı becerebilen takımlar, nedense böylesi zamanlarda en çok açığa düşenler olur. Halbuki o malzemelerle sınırlı kalmasalar, gelişmeleri daha makro bir seviyeden izleyebilseler ne kadar isabetli olur.
Tabii buradaki yanlışlık şurdan kaynaklanıyor. MİT veya polis istihbarat ya da askeri istihbarat, aynı kurumların içinde farklı farklı ekipler, hizipler!.. Bunlardan birinin dalına binerek gazetecilik yapmak!.. Onların gözüyle meseleleri anlamaya çalışmak!.. Bu kadarı ile kalsa, hadi ne ise ne deyip geçebilirsiniz. Fakat bu tür mankurtların en büyük hatası, ilişki kurdukları birimlerin sözcülüğü derekesine düşmeleridir.
Buranın Türkiye olduğu, Türkiye’nin de ne zamandır kurumlar içi veya kurumların birbiriyle savaşlar yaşadığı gerçeği nasıl olur da unutulur? Dolayısıyla o kesimlerden çoğunun terörle mücadeleden ziyade, terörle ilgili istihbarat bilgilerini ya kurumlar içindeki muhaliflerine ya da hükümet idaresini zora sokmak amaçlı kullandıkları, servis ettikleri gerçeği nasıl olur da fark edilmez? Onun için sağınıza-solunuza bakın!.. Sırf bu amaçla çıkan, bu tür çarpık istihbarat bilgileri ile lebâleb dolu kaç gazete var Türkiye’de? Bunların kimisi yerli çarpık bilgilerle de iktifa etmeyerek, yabancı istihbarat servisleri takviye ediyorlar kendilerini!..
Dolayısıyla her ciddi iş için büyük bir sağduyu gerekiyor. Sağduyunun temeli de insanın kendi ülkesi hakkında, ülkesinin geliştirdiği önemli stratejiler hakkında iyi-kötü fikir sahibi olmasını lüzumlu kılıyor. Hem böyle bir emek sarfetmeyeceksin, hem de büyük, tarihî gelişmeleri sağlıklı okuyabileceksin!.. Bu nasıl mümkün olabilir?
Öyleyse şunu unutmayalım: Büyük savaşlar, her an büyük manevra değişikliklerine sahne olabilir. Bunlara dikkat etmeyen, kaale almayan muharip sınıfların kaderi daima açığa düşmektir. Ayrıca yabancı gazeteleri de yazacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.