Berlin’de Mihriban, Neuss’ta Ayasofya
Yurtdışı seyahatimizin son durağı Berlin’de Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’le yaptığımız sohbeti haber sütunlarımızdan ayrıntılı biçimde takip ettiniz.
Ayrıca Almanya’ya geldiğimiz ilk gün de geniş bir zamanda bir araya gelmiştik Bakan Çelik’le.
Başbakan Erdoğan’ın beyin takımında yer alan Ömer Çelik’in yeni sürece dair bizimle özel olarak paylaştığı çok kritik değerlendirmeleri oldu.
Gece yarısına kadar süren sohbette aklımıza takılan ne kadar soru varsa hepsini sorma imkanı bulduk. Bakan Çelik de açık yüreklilikle uzun uzadıya cevaplar verdi bütün sorularımıza. Ancak sürecin hassasiyeti bakımından açıklamalarının tümüne off the record kaydı düştü.
Fakat süreçle ilgili edindiğim şahsi bazı izlenimleri sizlerle şöyle paylaşabilirim.
1- Hükümet Oslo ve Habur’dan sonra kılı kırk yarıyor. Her türlü hazırlık yapılmış, sabote ve provokasyona karşı bütün önlemler alınmış.
2- Hükümetin terör sorunuyla ilgili B ve C planları da var.
3- Diğer süreçlerden farklı olarak bu sefer dış müdahaleler de hesaba katılmış, özel tedbirler düşünülmüş.
4- Süreç nerede başlayacak, nerede bitecek, nasıl şekillenecek, esneme payı ne kadar olacak, bütün bunlar milimi milimine hesaplanmış, bütün faktörler en ince ayrıntısına kadar değerlendirilmiş, hiçbir boşluğa yer bırakılmamış.
Evet mesele son derece hassas.
Fakat biz iyi niyetimizi birlik ve bütünlüğümüzü koruduğumuz müddetçe bu badireleri de aşarız inşallah.
Daha önce de söyledim Türkiye çok özel bir ülke.
Ve diğer ülkelerle kıyaslanmayacak derecede işimiz çok zor.
İşte Almanya örneği…
Orada yaşayan Türklere olmadık sorunlar çıkarılıyor. Ancak azim ve mücadeleyle pek çoğu aşıldı/aşılmaya devam ediliyor.
Bunun çok sayıda örnekleri de var.
***
Mesela bu seyahatte Almanya’da yaşayan 30 kadar Türk sanatçıyla tarihi bir mekanda akşam yemeğinde bir araya geldik.
Bu buluşma bir yönüyle Türkiye’de yaşayan gazetecilerle Almanya’da yaşayan sanatçıların tanışması, görüş alış verişinde bulunması ve bir nevi durum değerlendirmesi niteliğinde bir toplantıydı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik kısa bir selamlama konuşması yaptıktan sonra sözü sanatçılara bıraktılar.
Kimi yönetmen, kimi edebiyatçı, kimi müzisyen, kimi tiyatrocu, kimisi de ressamdan oluşan sanatçılar karşılaştıkları sorunları, duygu ve düşüncelerini paylaştılar. İçlerinden bazıları hem asimilasyona hem de entegrasyona karşı olduklarını ifade etti.
Bu konuda yönetmenlerden birisinin şu ifadeleri kayda değerdi: “Almanya’da neden bir Yunan’a, bir Fransız’a, bir İtalyan’a ‘entegre olun’ denmiyor da bize deniliyor? Burada bir samimiyet görmüyorum. Maksatları başka. O yüzden ben entegre olmayı kabul etmiyorum. Kendi öz değerlerimizle burada var olmak istiyorum. Başka türlü burada olmamızın hiçbir anlamı yok.”
Türk sanatçılardan hukuk çerçevesinde entegre olmadan öz değerlerimizi, yerliliğimizi Almanya’da yaşatma konusundaki karlılıkları sevindirici.
Örneğin bağlama konusunda ihtisas sahibi olan Taner Akyol…
Almanların gitar dayatmasına karşı bağlamada ısrarcı olmuş, mücadele etmiş ve kazanmış.
1998 yılında Uluslararası Musica Vitale Berlin ödülünü almış. 2007 yılında Brandenburg Çağdaş Müzik Vakfı’nın açtığı uluslararası bestecilik yarışmasında bağlama ve oda orkestrası için yazdığı eseri büyük ödüle layık görülmüş.
Şimdi üniversitede Bağlama Kürsüsü açılması için mücadele veriyormuş.
Buna benzer çok renkli anekdotlar anlatıldı gecede.
Sohbetin sonuna doğru Bakan Çelik, geçen yıl vefat eden gazetemiz yazarlarından ünlü Türk Şairi Abdurrahim Karakoç’u burada yad edip, rahmetle anmak gerektiğini söyledi.
Rahmetli Karakoç’un eşsiz Mihriban şiirinin başka bir dile asla tercüme edilemeyeceğini belirtip ekledi: “Lambada titreyen alev üşüyor çevirebilsin bakayım birisi çevirebiliyor mu? O ruhu verebiliyor mu?”
Ardından bağlama ustası Akyol’dan Mihriban’ı seslendirmesini rica etti.
Bakan’ı kırmayan Akyol, Abdurrahim ağabeyin o eşsiz mısralarını o kadar güzel yorumladı ki; hepimiz mest olduk…
O duygularla bir günü daha kapattıktan sonra ertesi gün Neuss’a geçerek burada yaşayan akrabaları ziyaret edip hasret giderdik.
Cuma namazını kılmak için Ayasofya Camii’ne gittiğimizde ise caminin minarelerinin normalden çok daha kısa oluşu dikkatimi çekti.
Nedenini sorduğumda da çok garip bir durumla karşılaştım.
Türkiye’de de şubeleri bulunan Praktiker isimli şirket “güneşini engellediği” gerekçesiyle mahkemeye taşımış caminin minaresini.
Tabi Alman mahkemesi de anında vermiş kararını: “Praktiker’in güneşini engellediğinden minarenin yıkılmasına…”
Tabi bu duruma içerleyen cami cemaati yıktırılan minarenin yerine, mahkemenin öngördüğü biçimde kısaltılmış bir minare daha yaptırmış.
Bu şekilde bir minareyi hazmedemeyen Praktiker şimdi iki minareye katlanmak durumunda.
Görüyorsunuz değil mi Batılı zihniyetini.
Türkiye’de bir kilisenin çivisi söktürülse dünyayı ayağa kaldırırlar.
Bizdeki komplekslilere kapak olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.