Mehmet Akif ve o ruh

Mehmet Akif ve o ruh

Bugünlerde, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anıyoruz.
Dün Taha Akyol ne güzel de özetlemişti:
“Milli şairimiz Mehmet Akif 27 Aralık 1936’da vefat etti. Devlet bu vefatı işitmedi, görmedi; cenazesini millet kaldırdı. Büyük şair Abdülhak Hamid’e özel kanunla maaş bağlayan devlet, büyük şair Mehmet Akif’e hak ettiği emekli maaşını bile bağlamamış, Akif dostlarının bakımına muhtaç kalmıştı. Emekli maaşı bağlandığında artık ölüm döşeğindeydi. Akif, siyasete hiç karışmadığı halde bir ‘muhalif’ gibi peşine polis takılmış, sürekli siyasi hücumlara maruz kalmıştı. ‘Arap, Arnavut’ denilerek Türklükten tard edilmişti! ‘Gerici’ denilerek aşağılanmıştı! Bunu yapanlar, onun ‘İstiklal Marşı’nı yazabilmiş tek şair olduğunu akıllarına bile getirmiyordu.”
Değeri ancak vefatından sonra anlaşılan nice şair vardır.
Ne yazık ki Mehmet Akif’in değeri, ne sağlığındayken anlaşılmıştır, ne de vefatından sonra.
Her şeyi “ideolojik” bir bakış açısıyla tasnif etmeye meyyal kafalar, şairleri de bundan nasipdar kılmış, Akif gibi ismi yakın tarihimizin şeref levhalarıyla anılacak birini bile, sırf sahip olduğu düşünceler nedeniyle dışlamıştır.
Dahası, zaman zaman “İstiklal Marşı’nın yazarı cumhuriyetle barışık biri değildi. üstelik marşın sözlerini okumak çok zor oluyor. Bu yüzden yeni bir marş yazalım” diyenler bile çıktı.
Akif’i, Tevfik Fikret veya Nazım Hikmet’le, İstiklal Marşı’nı başka marşlarla kıyaslayıp birini diğerinin yerine ikame eder gibi davrananlara da çok rastlandı.
Bu anlayışın yıllarca bir eğitim politikası olarak da uygulanması sonunda meyvelerini verdi.
Yeni nesillerin çoğu Mehmet Akif’i yeterince tanımıyor, “Safahat”tan haberi yok.
Haberi olan bazıları da, içinde çok “yabancı” kelime geçtiği için “Safahat”ı anlayamamaktan yakınıyor.
Bu da bize özgü bir garabet değil mi?
Bir Rus Dostoyevski’nin asırlar önce yazılmış eserlerini hâlâ aynı tazelikle okur, bir Fransız Balzac’ı, bir Alman Goethe’yi daha dün yazılmış hissi içinde okur, ama bizim gençlerimiz, tanıyanların bir çoğunun hâlâ hayatta olduğu Mehmet Akif’in şiirlerini anlayamamaktan yakınır.
Size belki de acı acı gülümseyeceğiniz, çok daha çarpıcı bir örnek vermek istiyorum:
Televizyon dizilerini kaçırmayan çocuklarımızın bir kısmı “istiklal” kelimesinin anlamını bile bilmiyor.
Geçenlerde birkaç lise öğrencisine “istiklal ne demektir” diye sordum.
Birisi “Abi ben İstiklal Caddesi’ni biliyorum” dedi, birisi ihtimal Kurtuluş Savaşımızla karıştırıp “Savaş demektir” dedi, birisi -yine Kurtuluş Savaşımızla karıştırdığından olacak- “kurtuluş demektir” dedi, birisi de hürriyet kavramıyla karıştırıp “özgürlük anlamına gelir” dedi.
Hele birisinin verdiği şu cevap tam anlamıyla düşündürücüydü:
“Galiba ulusal anlamına geliyor. çünkü ben televizyonlarda maç izlerken görüyorum; sunucu şimdi ulusal marşımızı dinliyoruz diyor ve İstiklal Marşı çalmaya başlıyor. Demek ki istiklal, ulusal demek!”
İnanın, bir tane bile “Bağımsızlık demektir” cevabı alamadım.
Böyle bir olay başka bir ülkede yaşansa, “Biz nereye gidiyoruz? Biz nerede yanlış yapıyoruz? çocuklarımız böyle mi yetiştiriliyor? Eğitim sistemini silbaştan ele almamız lazım” diye yer yerinden oynatılır.
Oysa Türkiye’de bu görüntüden modernleşme adına gurur bile duyacak o kadar kanaat önderimiz var ki!..
Haşmet Babaoğlu dünkü yazısında daha dün yaşamış sayılabilecek bir kısım yazarlarımızın eserlerinin sadeleştirilmesi karşısında şöyle isyan ediyordu:
“Reşat Nuri’nin, Refik Halid’in, Peyami Safa’nın ve ötekilerin kitapları yıllardır ‘gençler anlamaz, sadeleştirelim’ denilerek kuşa çevriliyor. üzerlerinde telif hakkı kalmayan yazarlarımızın kitapları ‘sadeleştirme’ adı altında resmen kıyıma uğruyor. ‘Şunları orijinal haliyle yayınlayalım, kitabın arkasına bir sözlük koyalım’ diyen yayınevi yok denecek kadar az.”
İstiklal Marşı’nda geçen “İstiklal”in anlamını bile bilmeyen nesiller üreten bir eğitim sistemiyle malul, “çanakkale Şehitlerine” gibi yakın tarihin belki de en coşkulu destanını yazmış şairlerini unutulmuşluğa ve anlaşılmazlığa mahkum etmiş bir ülkenin geleceğine umutla bakabilmesi mümkün mü?
İnsanoğlu elbette ölümlü bir varlık.
Ancak Mehmet Akif gibi değerlerimizin eserlerinde yaşayan ve halen en az hava ve su kadar muhtaç olduğumuz “o ruh”un öldürülmesi, bir ülkenin insanlarını “yaşayan ölüler”den farksız hale getiriyor.
Ki, asıl acı ölüm de bu olsa gerek!..
---------
münaşaka
Soğuk ve dondurucu havaların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilerde bulunduğunu belirten, Avrupa Tıp Birliği uyarmış:
“Soğuktan korunmak için sıkı giyinin.”
Ee, adamlar tıp okumuş.
Hiç birimizin aklına gelmeyen bir çözüm, onların aklına geliyor tabii.
---------
sözünözü
Söz kalpten çıkmış ise kalbe kadar girer. Dilden çıkarsa kulağı aşamaz. (Arab Atasözü)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi