Türkiye, sürecin neresinde?
Yıllardır Türkiye’nin gelişmesi ve dünyada yeniden bir güç olarak ortaya çıkması yolunda en büyük engeli oluşturulan ve bu yönüyle de küresel güçlerce desteklenen PKK’nın ve siyasi uzantılarının birden bire barış güvercini kesilmesi kafa karıştırıyor. Çözüm sürecine ilişkin yazılıp çizilenlere bakıldığında da tartışmaların genel olarak bu noktada düğümlendiği görülüyor. Hükümete yakın çevrelere bakılacak olursa, bir tarafta ülkesini seven ve bu yüzden günahıyla sevabıyla süreci kucaklayan vatan ve memleket sevdalıları, diğer tarafta da terörün bitmesini istemeyen ve neticede uğranılacak başarısızlığı da hükümet hanesine büyük bir günah olarak yazmak için sabırsızlıkla bekleyen ve süreci baltalamak için var güçleriyle çalışan vatan hainleri var. Şüphesiz bu ümitle yaşayan bazı kesimlerin varlığı yadsınamaz ancak bu konuda dikkatlerin yoğunlaşması gereken yer, eleştirilerin yöneldiği nokta olmalıdır. Bu nedenle sürecin hamiliğine soyunanların öncelikle “barış” ve “süreç” ayrımını çok iyi yapmaları gerekiyor. Bu şekilde yapılacak bir sınıflandırma, eleştirileri daha doğru anlamanın ve belki de eleştirilerden faydalanmanın yolunu açacaktır. Süreçle ilgili tüm endişelerin yersiz ve gereksiz olduğu yönünde bir ön yargı ile hareket eden ve sürece ilişkin en küçük bir endişenin paylaşılmasına dahi itiraz eden köşe sakinleri bilmelidir ki, ülke içinde, sayıları herkesçe malum çok küçük bir kesimin dışında Türkiye’nin bu beladan kurtulmasını istemeyecek kimse yoktur.
Hatırda tutulması gereken ikinci nokta da kamuoyunun, sürece ilişkin hemen hemen hiç bilgisinin olmadığı gerçeğidir. Konunun en ince ayrıntılarına varıncaya kadar kamuoyu önünde dillendirilmesini elbette kimse beklemiyor ancak böylesine kangrenleşmiş ve -Allah korusun- başarısızlıkla sonuçlanması halinde derin travmalar oluşturacak ülkenin en temel sorunu hakkında halktan kayıtsız şartsız destek istemenin de iler tutar tarafı olmadığının bilinmesi gerekiyor.
Sürece yönelik en küçük bir endişe ifadesini bile yüksek perdeden reddedenler, sürecin kim ya da kimler tarafından ve hangi amaçla istendiği ve desteklendiğine ilişkin kamuoyuna tatmin edici bir cevap vermelidir.
Sürecin tamamen Türkiye’nin kontrolünde yürüdüğünü söyleyenler, yıllardır tek çıkış yolunu silahlı mücadelede gören ve daha düne kadar bu yönde kararlı görünen PKK’nın ve siyasi uzantılarının nasıl olup da birden bire bu kadar değişip birer barış güvercinine dönüştüğünün cevabını vermelidir.
Eğer süreç, uluslararası konjonktür gereği değil de hadi daha açık söyleyelim, Büyük Ortadoğu Projesinin yeni bir etabı olarak yürürlüğe konmadıysa PKK elebaşı Murat Karayılan’ın söz ettiği iki taraf arasında arabuluculuk yapan uluslararası örgüt neyin nesi oluyor?
Hükümet kanadının sürece yapılan eleştirileri hafifletmek adına ısrarla vurguladığı ve Kandil’in de onayladığı “Hiçbir pazarlık yapılmadı!” söylemi de endişeleri azaltmak yerine daha da artıran bir etken olmuştur. Bu durumda PKK da şu soruya cevap vermelidir! Madem hiçbir talebiniz yoktu neden yıllardır bu savaşı sürdürdünüz? Ya yıllardır tüm diplomatik çabalara rağmen terör örgütünü destekleyen dost(!) ülkelere ne demeli? Neden birdenbire PKK’yı desteklemekten vazgeçtiler (mi) dersiniz?
Daha önce Apo’nun yakalanması konusunda da endişeler yaşanmış, sonuçta Apo’nun “yakalanmadığı” ve “Türkiye’ye teslim edildiği” ortaya çıkmıştı. Öyle görünüyor ki, Apo’nun teslim edilmesiyle başlayan süreçte yeni ve kritik bir aşamaya daha geçiliyor. Bölgenin İsrail için önemi ve İsrail’in Ortadoğu’da ihtiyaç duyduğu uydu bir devlet isteği, yıllardır herkesçe bilinen bir gerçek. Mavi Marmara katliamı için 3 yıldır direnen İsrail, neden birden karar değiştirip özür diledi?
Temennimiz, terörün bu topraklardan ebediyen sökülüp atılması. Ama bir delikten iki defa ısırılmamak ya da yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak şartıyla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.