Ricciardone’nin elemanları rahatsız
Hafta sonu karşılaştığım diplomatik çevrelerle sıkı teması bulunan bir meslektaşım, “ABD büyükelçiliğindekiler sizden rahatsız” dedi.
Memnuniyet belirtip, methiyeler dizmeleri, dost ilan etmeleri beklenmezdi zaten.
Onlar başka vadinin biz ise başka vadinin insanlarıyız.
Ayrıca bu bizim doğru yolda olduğumuzu da gösteren önemli bir işaret.
Daha önce ayrıntılı biçimde yazdım.
Egemen güçler sistematik biçimde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için organize bir proje yürütüyor.
Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de olup bitenleri bu projeden bağımsız düşünemeyiz.
Ülkemizde de, Gezi ile başlayıp bugün farklı biçimlere evrilen süreci de aynı kapsam içerisinde değerlendirmeliyiz.
Keza terör sorununu da bölgeyi yeniden dizayn etmek için kritik bir unsur olarak gördüklerinden hiç kuşkumuz yok.
Ancak Başbakan Erdoğan’ın kurulan tuzakları bu çerçevede fark etmiş olması, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilmek istenen suikast girişimini net biçimde görmüş olması hayati bir kazanç. Erdoğan, daha önce de Mısır, Suriye ve Irak’taki hareketliliğe dair kendisine yöneltilen bir soru karşısında şu tespiti yapmıştı: “Yapılanlara Müslümanların bölünmesine yönelik bir operasyon olarak bakmak gerekir”. Başbakan fitne ve fesadın İslam dünyası içine sokulduğunu, buradan hareketle Sünni ve Şia savunma reflekslerinin harekete geçirildiğini belirterek şu kritik değerlendirmeyi de yapmıştı:
“Sünni, Şia hepsi burada bir savunma refleksi içerisine girmiş. Bunu İran da yapıyor, diğer Sünni ülkelerin birçoğu da yapıyor. Sünni ülkelerin kendi içinde ayrıca sıkıntıları var, bu sıkıntıyı biz kendi içimizde de yaşıyoruz. Son günlerde yaşadıklarımız, Gezi olaylarında yaşadıklarımız çok açık, net. Benim hep dert yandığım, üzüldüğüm bir konu var. İranlı dostlarımıza, başta Hamaney olmak üzere şunu söylemişimdir: ‘Benim için Şia ve Sünni yok, benim için sadece İslam var, bu kavga niye’ demişimdir. Biz, gençlik yıllarımızda ‘La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye’ dedik, o şekilde geldik. Biz, böyle bir ayrımı filan tanımıyorduk. Bizi birbirine bağlayan en kavi şey, inancımız İslam. Bunun o güçlü bağları karşısında bir bölünmeyi yaşamak hakikaten insanı kahrediyor.”
Meselenin bamteli de burası aslında.
Batı yüzyıl önce İslam topraklarına bu zehirli virüsü attı. Şimdi bunun semeresini toplamak istiyor.
Sistematikleri şöyle:
1-Müslüman ülkeleri etnik ve mezhep temelli birbirine düşman etmek, savaştırmak, bölgesel kaos çıkartmak.
2-Bir ülke sınırları içerisindeki Müslümanları da aynı taktikle çatışmanın içerisine sürüklemek.
3-Kaotik ve çatışma ortamından yararlanıp, siyaseten ve ekonomik açıdan zayıflatılan bölgenin enerji kaynaklarını Batı’ya taşımak.
Ama özellikle Türkiye’de Batı’nın sömürme, bölme, parçalama tezgahının çözülmüş olması, hastalığın teşhis edilmesi çok önemli. Yeni Türkiye’de yabancı istihbaratçılar, ABD elçilik yetkilileri artık istedikleri gibi at oynatamıyorlar. Çünkü bütün yapıp ettikleri medyadaki çeşitlenme sayesinde anında deşifre ediliyor, tezgahları başarıya ulaşmadan çökertiliyor.
İnsanımızdaki milli şuur ve refleks, Türk istihbaratının etkinliği gün geçtikçe artıyor.
Bu yüzden son küresel operasyonda Gezi’ye göre sesleri daha cılız çıktı.
Ama yetmez. Türkiye yol geçen hanı değil. Beşbin yıllık medeniyetin mirasçısı, İslam’ın en önemli kalesi…
Daha fazla takip, daha fazla bilgi, daha fazla deşifre, daha fazla dikkat, daha fazla gayret, daha fazla kontrol şart.
Birlik ve bütünlüğümüze kastedenlere fırsat vermemeli, nefes aldırmamalıyız.
Teamüllerimize uymayan, kurallarımızı tanımayan kim olursa olsun, hangi ülkenin elçisi olursa olsun istenmeyen adam ilan edip, ülkesine postalamalıyız.
Bunun başka yolu yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.