Zararlı ilimler
“Her taife ilmin sadece kendilerinde bulunan ‘ilim’ olduğuna inanır ve bundan dolayı sevinir.
“Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” (Mü’minûn 23/53)
Ancak şu var ki; onlarda bulunanların çoğu, sadece kelâmdan, yanlış görüşlerden ve yalandan ibarettir. İlim ise kuşkusuz kelâmın dışında olan bir konudur. Tıpkı Hammad b. Zeyd’in dediği gibi:
“Eyyûb’a: -‘İlim bugün mü daha çoktur yoksa öncede mi daha çoktu?” diye sordum. O da:
-”Bugün kelâm daha çoktur. İlim ise öncede daha çoktu.” diye cevap verdi.
İşte bu derin âlim, ilim’le kelâm’ın arasını ayırmıştır. Kitaplar gerçekten çokçadır. Kelâm, cedel ve zihni yoran lüzumsuz eserler hayli fazlalaşmıştır. İlim ise, bunların çoğundan oldukça uzaktır. Muhakkak ki ilim, Rasûlüllah’ın (s) Allah Teâlâ’dan getirmiş olduklarıdır. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
“Sana ilim geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lânetleşelim; Allah’ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.” (Al-i İmran 3/61) “Sen onların milletlerine/dinlerine tâbi olmadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah’ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şanım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar ilimden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah’tan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.” (Bakara 2/120) “Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle (içinde ilim olarak) indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Allah’ın şahitliği de kâfidir.” (Nisa 4/166)
Bu ilimle ahidden sonra insanların çoğunun işleri ve vaziyetleri; ta ki fikrî zevklerine, görüş ve arzularına hitap eden kitaplar yazmaya, bunlar için servetler harcamaya, vakitler öldürmeye, sayfaları lüzumsuzca doldurmaya... kadar geldi. Sonunda onların çoğu Kur’an ve Sünnet’te ilmin olmadığını da açık açık söylediler. Kur’an ve Sünnet’in delillerinin lafzî olduğunu, kesinlik ve ilim ifade etmediğini söylediler. Şeytan da bu lafları konuşmaları için onları yönlendirmekteydi. Onlara, kendi kontrolünde izin vermiş, bu lafları herkese iletmeleri için de yardımcı olmuştu. İşte bu kimselerin ilim ve imanları kalplerinden soyunup çıkmıştır. Tıpkı yılanın, kabuğundan soyunup çıkması ve kişinin, elbiselerini bedeninden soyup çıkartması gibi. Allame Şemsuddin b. Kayyim der ki:
“Bana bazı arkadaşlarım, bunların öğrencilerine uyan birtakım kimselerden haber verdiğine göre; birisi kendi kitaplarıyla meşgul olurdu ve Kur’ân’ı ezbere bilmezdi. Kendisine:
-”Önce Kur’ân’ı ezberleseydin daha iyi olurdu” dendiğinde bu kimse:
-”Kur’ân’da ilim var mı ki?!” derdi.
İbn Kayyim der ki: Bunlardan olan bazı ileri gelenler şöyle derdi: “Bizler hadisleri ancak bereket olsun diye dinliyoruz. Yoksa ondan ilim istifade etmeyiz. Çünkü bunun dışındaki eserler bize yeterlidir. Bizler anladığımıza ve karar kıldıklarımıza döneriz.” Devamla İbn Kayyim der ki:
Bir defasında hocam bana bunların özellikleri hakkında şöyle demişti: “Onlar şüphesiz kendi mezhep önderleri etrafında tavaf ederler ve en çirkin isteklerle kurtuluşa ermeyi isterler. Bu da sana apaçık birer delildir ki onlarda bulunan görüş ve fikirler, Allah katından olan Kur’ân’dan değildir. Sen Kur’ân’a bakacak olursan, asla onda bir tenakuz, ihtilaf ve kimi âyetlerin kimiyle çatıştığını bulamazsın.” Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Onlar hâlâ Kur’an’ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.” (Nisa 4/82)
Bu âyet apaçık gösteriyor ki; Allah (c.c) katında olanlarda asla ihtilaf olmaz. İhtilaf ve tenakuz bulunanlar, O’nun katından değildir. Öyleyse görüşler, hayal ürünleri, gereksiz fikirler nasıl olur da dinden ve dinî olur. Buna ek olarak, bunlarla nasıl olur da Allah ve Rasûlü adına hüküm verilir? Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Şüphesiz bunlar (bu fikirleri) çok büyük bir iftiradır.
Sahabe, ilmi, bu sapık ve iftiracı kimselerin ilimlerine ait bir bulgu bulunmadan ve barınmadan öğrenirlerdi. Tıpkı Hakim’in Ebû Abdullah el-Buhârî’nin biyografisinde zikrettiği gibi. O şöyle der:
“Rasûlullah’ın (s.) ashabı toplandıkları zaman, onlar ancak Rablerinin Kitab’ını ve Peygamberlerinin Sünnet’ini anlatırlardı. Aralarında Kur’an dışı bir görüş ve kıyas bulunmazdı.”
Söyleyen ne güzel söylemiş: “İlim, Allah’ın ve Rasûl’ünün dedikleridir.” (Amennâ ve saddaknâ!)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.