Kabataş saldırganlığı
İki ağır, sert kelimeden oluşan “Kabataş”, İstanbul’un bir semtine ad olunca ne kadar yumuşamış, güzelleşmiş, okullara dahi isim olmuştu. Gül bahçesine giren gül kokar. Meyhanede gül kokusu olmaz. İstanbul, semtlerinin isimlerinin çoğunun güzelliği, İstanbul kokusundandır. Karaköy, Göztepe, Bakırköy gibi.
İnsan, olduğu yeri güzelleştirir. Bazıları da var ki, bulunduğu yeri, her işi, her şeyi kirletir, çirkinleştirir. Akif’imiz, “İnkilap ümmetinin şanı yakıp yıkmaktır” der ya? Tam öyle. Yalan ve iftiralarla saldırmadan, yakmadan yıkmadan, kirletmeden edemiyorlar. Güzelim Kabataş ismini, insanlık dışı saldırılarla andırıyorlar. Hani Gezicilerden bir kadın çıkmış, milleti aldatmak için örtünmüş, “Müftü karısıyım” diye maskelenmiş, Başbakana saldırarak, darbeciliğe soyunmuştu da; şimdi, zulme uğrayan hanımefendiye saldıranlar, ona alkış tutup, kahraman etmişlerdi. Kadın sahtekar çıkınca da, bu sahtekarlığı sükutla silmeye, unutturmaya çalışmışlardı. Müslüman olunca iş başka. 8 ay sonra, yine saldırı. Akıllarınca yıldırmak, zenciye savunma hakkı tanımak istiyorlar.
Yalan ve iftira ömürsüzdür; bunlar bilmiyor mu? Bilmez olurlar mı? Bilirler. Bilirler de, komünizmin sloganı ezberlerinde, “İftira et, yalan söyle, tutmazsa da iz bırakır” diyor. Komünizm çöktü. Ama ümitlerini, hâlâ o sloganlara bağlayanlar var.
2) İslamfobia, geniş imkanlarıyla, İslam’a saldırı ve şirretliğe imtiyazlar dağıttı. Salman Rüştü’lerle bir edepsizlik iklimi doğurdu. Müslümana saldırı imtiyaz oldu. Darbeler, İslam’a saldırı imtiyazını teyit etti. İşi, başörtülü köşke çıkamaz; okuma hakkı olmaz; Anadolu yeşil sermaye, kalkınmamalı noktasına kadar götürdüler.
Şimdi İslam’a saldırı imtiyazlarını kaybetmek üzereler. Bu telaşla, şirretlikle Müslümanı sindirme gayretine giriyorlar. “Siz iktidar olsanız da, biz…” şirretliğiyle teslim almak istiyorlar. Camiyi işgal edip pisletiyor; Müslümanı bebeğiyle beraber linç etmeye kalkışmaları yetmiyor, bir de, ev sahibini bastıran hırsız rolü oynamaya kalkıyorlar.
3) Müslüman, vahdetini kaybedince fetret doğar. “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olur ve “Müslümanlıkları biçarelerin öyle büyük bir günah ki, cezalar, ona nispetle küçük” gelmeye başlar. Allah’a şükür, bu fetret dönemleri, İslam tarihinde çok kısa dönemlerdir. Sadece bir ikaz ve ibretle, yeni ve güçlü dönemlerin müjdesi olmuştur. Bu iklim değişimlerinde çıkarcılar, şaşkınlık ve öfke krizine girerler.
Allah’ın lütfuyla Türkiye, bütün tahminleri geride bırakan bir kalkınma hızı kazandı. Yalnız maddi bakımdan değil. Daha önemlisi, eziklikten de kurtuldu. Eskiden Batı şirketleri, siparişi alır; parayı kullanır; seneler sonra, bir bahaneyle iptal ederdi. Artık, dünyanın en büyük şirketine, gecikme cezası kesen bir döneme giriyoruz. Bunun arkası kendimize gelmektir. Darbeci ve teröristlerin ateşi, bu nedenlerle dışarıdan geliyor. Geziciler, 17 Aralıkçılar, kısaca tüm darbeciler, onun için, Hava alanı, köprü, yol, yani Türkiye kalkınsın istemiyor. Korktukları şey, telaş, öfke ve gariplikler doğuruyor.
Milletimiz nimete nankörlük etmedi, etmez. İnşallah birlik ve dirliğimizi bozmadan, Havaalanları, oto yollar, nükleer enerjiler, inanç özgürlüğü gibi hizmetleri istemeye ve bu isteğin gereği olan birlik ve beraberliği göstermeye devam edeceğiz. Haliç köprüsü, Marmaray gibi hizmetlere üzülüp yas tutanlar da, engel olma ümidi kalmayınca rahatlarlar.
Örtüsünden dolayı okulundan atılan, zulme uğrayan, aşağıların, aşağılamaya kalkıştığı, insanlık, iman ve şahsiyet mücahidelerinin, kurşun yarasından ağır yaralarını taşıyan, onbinlerce kızımız var. Şimdi bebeğiyle bir anne, Develioğlu ailesi, bu sınıf atlama imtihanına tekrar katıldı. Bu ayıp da, yine darbe ikliminden, Anadolu yabancısı bir iklimden geldi. Bu çağ atlama destanını ilk gününden itibaren tam cihad şuuruyla besteleyen kızlarımız ve hanımefendiler, inşallah, manevi iklimde kademe yükselişi yapmış, hepsi gazilik nimetine nail olmuşlardır. 1959 yılında Menderes, “Ülke kalkınmasında bugüne kadar, hep sıfırın ve birin karesini almakla uğraştık. Önümüzdeki yıllarda 2’nin karelerini alacağız” diyordu. İnşallah bütün ümmetimiz, geçen asrın ağır şartlarıyla kazandığı 2’nin ve daha fazlasının karesini alma nasibini, ölümlü nimetlerle değişmeden katlar, ucuza satmadan, hayattan üstün değerler ikliminde yaşarlar. Kızlarımız, bu yüksek nasiplerini, bizzat ve ahlakla, erdemle yetiştirdikleri evlatlarıyla, millet, ümmet ve insanlığa ulaştırır, asırlarca yaşatırlar.
Dünki, resmen zulümdü. Bugün zalimler, şirretlik yapsalar da, savunmadalar. Hakk, hükümet ve milletimiz buluştu. En güzel birlik ve güç doğdu. Şükretmek ve gayretlerimizi artırmak gerek. Bu başarıda, mücahidelerin nasibi büyük. İki kere şükür ister.
Bu kazanılan, bedeli ödenmiş, temel özgürlüktür. Kadın ve Aile’den Sorumlu Bakanımız, yerinde bir kararla davaya müdahil oluyor. Geri adım yok. Adsız on binlerce mücahidemize ve bakanımıza, tebriklerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.