Dünden bu güne Irak...
Osmanlı’dan sonra Ortadoğu’da barış ve huzur hiç hüküm sürmedi. 1. Dünya Savaşı sonrasında egemen güçler Ortadoğu haritası üzerindeki sınırları cetvelle çizerek bin yıl sürecek “anlaşmazlık ve iç savaşlar” dönemini başlattılar. Bu gün 1. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü ve bugün yine o döneme benzer gelişmelere şahit oluyoruz.
İngiltere ve Fransa’nın 1. Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu’da uyguladıkları Türkleri bölgeden çıkarmaya yönelik politikaları sayesinde bağımsız olacaklarını sanan bazı Arap topluluklar emperyalistlerle işbirliği yaptı.
İşgalci güçler; Ortadoğu’da oluşturdukları yapay devletleri diktatörler tayin ederek yönettiler. Osmanlı sonrası oluşturulan bu yapay ülkelerden biride Irak’tır. Dünyanın gözünü diktiği büyük petrol rezervlerine sahip olan Irak’ta, Osmanlı sonrasında birbirini izleyen darbelerle sürekli iktidar savaşları yaşadı.
Bilhassa ABD işgali veSaddam’ın gidişinden sonra Irak’ta tansiyon hiç düşmedi. Farklı mezhep ve etnik farklılıklar, çatışmalar ve sonucunda büyük insani ve maddi kayıplara sebep oldu. Emperyalist işgalci güçler ile yerli işbirlikçi idarecilerin kışkırtmaları sonucu ülke tam anlamıyla bir kaos ortamına sürüklendi.
Şimdi yeniden, egemen güçlerin yönlendirmesiyle yeni bir küresel ve bölgesel süreç başladığı iddia edilerek “yeni haritalar”, “çılgın planlar ,” ve “yeni ittifaklar” ile alakalı birçok komplo teorileri ileri sürülüyor.
Suriye’de başlayan halk isyanının iç savaşa dönüşmesi sonrasında farklı örgütlerin birleşiminden ve birkaç defa isim değiştiren ve son olarak Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak kendini ifade eden örgüt; farklı yapısı ve görüşleriyle ortaya çıktı.
Çok fazla ciddiye alınmayan bu örgüt kısa bir zamanda Irak’ta şehir ve kasabaları işgal edip başkent Bağdat’a hücum etmeyi başardı. Şimdi artık Irak’ın varlığı ve geleceği ile kısa adı IŞİD olan “Irak Şam İslam Devleti” adlı örgütün yükselişi dünya başkentlerinde konuşulup tartışılıyor.
IŞİD’İN KAZANIMLARI VE KARŞI ATAK
IŞİD denilen terör örgütünün yanında başka güçler de var. Baas Partisi üyeleri, Eski Ordu, polis ve istihbarat mensupları ve bazı bölge aşiretleri de işin içerisindedir.
IŞİD’in, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirmesi IŞİD için hem büyük bir zafer, hem de Irak için bir dönüm noktası oldu. Önemli bir petrol ihracat güzergâhı üzerinde ve Suriye yolunda önemli bir istasyon olan Musul’u ele geçirmesi IŞİD için büyük bir psikolojik başarı olmaktan öte Sünni radikallerin IŞİD’e katılmasını hızlandırdı.
Bölgedeki petrol rezervleri ve Musul’un stratejik önemi her kesimin iştahını kabartıyor. IŞİD’i bölgede bırakmak niyetinde olmayan Emperyalist güçler ve yerel savaşçı unsurlar harekete geçerek bir karşı atak başlattı. IŞİD’in ilerleyişi farklı Şii kesimleri birleştirdi ve binlerce Şii savaşçı Maliki’nin yardım çağrısına uyarak Irak ordusuna katıldı.
İran bir grup özel eğitilmiş subayını “gönüllü savaşçılar” adı altında gizlice Irak’a gönderdi. İran, İŞİD’e karşı “Büyük şeytan” ilan ettiği Amerika’ya Irak’taki Maliki yönetimini korumak amacıyla işbirliği teklif etti. Amerikalılar yardım önerdi ve bölgeye savaş gemileri gönderiyor. Bu gelişmeler göstermektedir ki; Irak’ta iç savaş İran yanlışı Maliki’nin öncülüğünde bir mezhep savaşına sürükleniyor…
ŞİMDİ “BENDE VARIM” DİYEBİLEN BİR TÜRKİYE VAR
Geçmişten bu güne sürekli Türkiye’nin gündeminde olan Irak konusunda farklı görüşler var. Türkiye’deki kamuoyunun bir kısmı (daha çok AK Parti ve MHP’nin dayandığı Milliyetçi ve Muhafazakar kesimler); Orta Doğu bağlamında Irak’ı, Türkiye’nin vazgeçmemesi gereken bir bölge olarak görmekte, bazıları ise (CHP ve bazı sol fraksiyonlardan oluşan kesim) bölgenin karmaşık yapısından hareket ederek sorunlardan uzak durulmasını düşünmektedir.
Bence; tarihi geçmişimiz ve bölge halklarıyla var olan ortak kültürel, inanç bağlarımız ile güvenliğimiz bakımından “bize ne, bulaşmayalım” deme şansımız yoktur.
Bütün bu gelişmelerin yanında Türkiye; Irak’ın toprak bütünlüğünü savunma politikasını devam ettirmelidir. Ayrıca; Türkiye Kuzey Irak’ın bir süredir Batılı devletlerle imzaladığı petrol anlaşmalarının dışında kalmamalıdır. Bölgede egemen güçlerin vereceği rolü oynama yerine oyun kuruculardan biri biz olmalıyız.
Unutulmasın ki; Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Kerkük ve Musul, 1926 yılında yapılan İstanbul anlaşması ile birlikte toprak bütünlüğü sağlanması şartıyla terk edilmişti. Bugün, Türkiye eğer isterse, Kerkük ve Musul’daki haklarını gündeme getirerek bu iki şehri kontrol altına alabilir.
Çünkü; Irak’ın toprak bütünlüğü esas alınarak yapılan İstanbul anlaşmasına göre, bugün bölünmüş yapısı ve bölgenin illegal örgütlerin kontrolüne geçmesi Türkiye’nin haklarını gündeme getirdi. Buna göre, otorite boşluğundan kaynaklanan kaos ortamı, Türkiye’nin Kerkük ve Musul’a girebilmesi için uluslararası hukukta meşru zemini hazırlanmalı.
Öncelikli olarak rehin tutulan diplomatlarımız ve vatandaşlarımız sessiz bir diplomasiyle ve bölgedeki tüm unsurlar devreye sokularak kurtarılmalıdır. Daha sonra ise, Musul ve Kerkük’teki haklarımıza işlerlik kazandırmak ve oradaki sahipsiz kalan Türkmen soydaşlarımızın can ve mal güvenliklerinin korunması için her yönlü hamleyi başlatmak için hazır olmalıyız.
Unutulmasın ki; hem bölge, hem de Irak bizi herkesten daha fazla ilgilendirmektedir. İhtiyatlı, sağduyulu ve sabırlı ama her gelişmeye de hazırlıklı olarak hareket etmeliyiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.