Hüsnü Aktaş

Hüsnü Aktaş

Atalar dini ve mukaddes devlet tasavvuru

Atalar dini ve mukaddes devlet tasavvuru

Ta­rih bo­yun­ca hu­ku­kun üs­tün­lü­ğü­nü ha­fi­fe alan ve Pey­gam­ber­le­rin teb­liğ et­ti­ği ha­ki­kat­le­ri ka­bul et­me­yen ka­vim­le­rin or­tak slo­gan­la­rı şu­dur: “Biz ata­la­rı­mı­zın yo­lun­dan ay­rıl­ma­yız.” Ce­mi­yet ha­lin­de ya­şa­yan in­san­lar için, ne­sil­den ne­si­le ak­ta­rı­lan ha­yat tar­zı­nın ay­rı bir öne­mi var­dır. Ata­lar di­ni, geç­mi­şe kar­şı bes­le­nen öl­çü­süz say­gı­yı ve sev­gi­yi iman esa­sı ha­li­ne ge­ti­ren iti­ka­di ter­ci­he da­ya­nır. Ku­r’­an-ı Ke­ri­m’­de ‘On­la­ra “Al­la­h’­ın in­dir­di­ği hü­küm­le­re uyu­n” de­nil­di­ğin­de on­lar “Ha­yır biz ata­la­rı­mı­zı üze­rin­de bul­du­ğu­muz yo­la uya­rı­z” de­di­ler. Ya ata­la­rı bir şey an­la­ma­mış, ha­ki­ka­ti de bu­la­ma­mış idiy­se­ler?” (El Ba­ka­ra: 170) sua­li so­rul­muş ve ata­lar di­ni­nin ma­hi­ye­ti ha­ber ve­ril­miş­tir. İti­ka­di açı­dan şirk has­ta­lı­ğı ile ata­lar di­ni ara­sın­da za­ru­ri bir mü­na­se­bet var­dır. Ba­zı kay­nak­lar­da mek­ke müş­rik­le­ri­nin ön­de ge­len­le­ri­nin “gü­nah iş­le­di­ği­miz el­bi­se­ler­le iba­det ede­me­yi­z” di­ye­rek, Ka­be-i Mu­az­za­ma­yı, çıp­lak bir va­zi­yet­te ta­vaf et­tik­le­ri ifa­de edil­mek­te­dir.

(1) O dö­nem­de, Ka­be-i Mu­az­za­ma­’nın içe­ri­si ve çev­re­si put­lar­la (hey­kel­ler­le) do­lu­dur. Ha­nif­le­rin “çıp­lak ola­rak ta­vaf et­mek doğ­ru de­ğil­dir. El­bi­se­le­ri­ni­zi gi­yi­ni­z” şek­lin­de­ki tek­li­fi­ni ka­bul et­me­yen ve “Biz ata­la­rı­mız­dan bu şe­kil­de gör­dük. Al­lah em­ret­me­sey­di, on­lar hiç çıp­lak ola­rak ta­vaf eder­ler miy­di?” su­ali­ni so­ran müş­rik­ler, bu iba­det şek­lin­de ıs­rar et­miş­ler­dir.(2) Bu­nun üze­ri­ne “On­lar (müş­rik­ler) bir ha­ya­sız­lık yap­tık­la­rı za­man: “Biz ata­la­rı­mı­zı bu­nun üze­rin­de bul­duk. Al­lah da bi­ze bu­nu (fu­huş­la ame­li) em­ret­ti­” der­ler. O iman et­me­yen­le­re söy­le: Al­lah hiç­bir za­man fah­şa­yı em­ret­mez. Bil­me­ye­ce­ği­niz şey­le­ri, Al­la­h’­ın üze­ri­ne mi (atıp, if­ti­ra ede­rek) söy­lü­yor­su­nu­z” (El A’­raf Su­re­si: 28) ayet-i ke­ri­me­si in­zal ol­muş­tur. 

İn­san­la­rı ka­yıt­sız ve şart­sız ken­di­ne ita­ate ça­ğı­ran dev­let adam­la­rı­nın, hu­ku­ka ih­ti­yaç­la­rı yok­tur. Ke­yif­le­ri­ne gö­re çı­kar­dık­la­rı ka­nun­lar­la her şe­ye mü­da­ha­le ede­bi­lir­ler. Ka­nun dev­le­ti­nin en ide­al şek­li, es­ki Mı­sı­r’­da gö­rül­müş­tür. O dö­nem­de ken­di­si­ni “Ra ilâ­hı­’nın oğ­lu­” (Fi­ra­vun) ilân eden dev­let baş­ka­nı Mı­sır­lı­la­ra hi­ta­ben: “Ey mil­let!.. Ben si­zin için, ken­dim­den baş­ka bir ilâh ta­nı­mı­yo­rum. Ben si­zin rab­bi­niz de­ğil mi­yim?” su­ali­ni sor­muş­tur. Ay­nı za­man di­li­min­de Hz. Mu­sa (as) in­san­la­ra “Al­la­h’­a (cc) iman ve iba­det edi­niz. Si­zin ye­gâ­ne rab­bi­niz o’­dur. Fi­ra­vu­n’­a kul­luk et­me­yi­ni­z” de­di­ği için, ara­la­rın­da mü­ca­de­le baş­la­mış­tır. Fi­ra­vu­n’­un, Hz. Mu­sa­’ya (as) hi­ta­ben: “E­ğer bu teb­li­ğin­den vaz­geç­mez­sen, se­ni mu­hak­kak zin­da­na atı­lan­lar­dan ede­ri­m” (Eş- Şû­ra Sû­re­si: 29) de­di­ği ma­lûm­dur. Ka­dı Bey­za­vi, bu aye­tin tef­si­rin­de: “İl­mi de­lil ge­tir­mek­ten aciz olan zor­ba­la­rın âde­ti, Fi­ra­vun gi­bi teh­dit­ler sa­vur­mak­tı­r” di­ye­rek, bu psi­ko­lo­ji­nin sa­de­ce Fi­ra­vu­n’­a mah­sus ol­ma­dı­ğı­na işa­ret et­miş­tir. Bu­gün mü­ze­ler­de hey­kel­le­ri bu­lu­nan Sü­mer Tan­rı­la­rı (Anû, En­lil, Mar­duk vs) bir­bir­le­ri­ni ar­dın­dan tah­ta çı­kan kral­lar­dır.

Ak­kad kra­lı Na­ram-Sin, ken­di­si­ni ‘İn­san­la­rın İlâ­hı­’ ilân et­miş­tir. Zer­düşt iti­ka­dı­na gö­re ‘A­hu­ra-Maz­da­’, dev­le­ti yö­ne­ti­mi­ni elin­de bu­lun­du­ran ve in­san­la­ra rı­zık ver­di­ği­ne ina­nı­lan tan­rı­dır. Ame­ri­ka­’da hü­küm sü­ren İn­ka İm­pa­ra­tor­la­rı, res­mi me­tin­le­rin al­tı­na ‘Tan­rı­nın Oğ­lu­’ im­za­sı­nı at­mış­lar­dır. Ta­rih bo­yun­ca ken­di­le­ri­ni dev­le­tin ku­ru­cu­su ve mil­le­tin kur­ta­rı­cı­sı ilân eden po­li­ti­ka­cı­lar (fark­lı za­man­lar­da ya­şa­mış ol­sa­lar da) ‘tan­rı­nın oğ­lu­’ ro­lü­nü oy­na­mak­tan ade­tâ zevk al­mış­lar­dır. Ata­lar Di­ni­’nin si­ya­si ve iti­ka­di fa­tu­ra­sı, mu­kad­des dev­let ta­sav­vu­ru­dur. Es­ki Asur, Yu­nan, Mı­sır ve Ro­ma uy­gar­lık­la­rı, ata­lar di­ni­nin or­ta­ya çı­kar­dı­ğı uy­gar­lık­lar­dır. Çağ­daş uy­gar­lı­ğın kay­na­ğı ve hiz­met et­ti­ği ide­al­ler açı­sın­dan, es­ki Yu­nan ve Ro­ma kül­tü­rü­nün bir de­va­mı­dır.  Yu­nan­ca ‘po­li­ti­ke­’ te­ri­mi­nin kar­şı­lı­ğı olan si­ya­set kav­ra­mı, gü­nü­müz­de dev­let­le il­gi­li her­şe­yi ifa­de eden bir kav­ram­dır. (3) Ay­dın­lan­ma fel­se­fe­si­nin et­ki­sin­de ka­lan ba­zı müs­lü­man ay­dın­la­rın, din ile dev­let ve si­ya­set ara­sın­da­ki mü­na­se­be­ti tar­tış­ma ko­nu­su ha­li­ne ge­tir­dik­le­ri ma­lûm­dur. Tü­zel ki­şi­li­ği ol­du­ğu far­ze­di­len dev­let ku­ru­mu; her­şe­yin öz­ne­si ha­li­ne ge­ti­ril­miş, hat­ta ‘in­san dev­let için­di­r’ an­la­yı­şı yay­gın­laş­tı­rıl­mış­tır. Yer­yü­zü­nün ha­li­fe­si olan in­sa­nı ha­kir gö­ren ve dev­le­tin ‘mu­kad­des var­lı­k’ ol­du­ğu­nu ile­ri sü­ren bu an­la­yış, fit­ne ve fe­sa­dın kay­na­ğı ha­li­ne gel­miş­tir. Bu nok­ta­da bir in­ce­li­ğe işa­ret et­mek­te fay­da var­dır. Hal­bu­ki si­ya­si li­te­ra­tür­de dev­let, bir mil­le­tin or­tak ira­de­siy­le ku­ru­lan ve o mil­le­tin or­tak gü­cü­nü tem­sil eden bir hu­kuk ku­ru­mu­dur. Va­tan­daş­la­rı­nın gü­ven­li­ği­ni sağ­la­yan, za­ru­ri ih­ti­yaç­la­rı­nı te­min için ge­rek­li ted­bir­le­ri alan ve ada­le­tin ger­çek­leş­me­si­ne ve­si­le olan dev­le­tin var­lık se­be­bi, in­san­lı­ğa hiz­met­tir. Dev­le­tin ku­ru­cu un­sur­la­rı ara­sın­da zik­re­di­len ül­ke ve in­san top­lu­lu­ğu ya­nın­da, ör­güt­len­miş bir si­ya­si ik­ti­da­rın ve bu si­ya­si ik­ti­da­rı kul­la­nan or­gan­la­rın (ya­ni ge­niş an­lam­da hü­kü­me­tin) bu­lun­ma­sı da za­ru­ri­dir. 

ÜL­KE­LE­RİN UY­GU­LA­NAN HU­KU­KA GÖ­RE TAS­Nİ­Fİ 

Hu­kuk ku­ru­mu olan dev­let; ce­mi­yet ha­lin­de ya­şa­yan in­san­la­rın, bir­bir­le­riy­le olan mü­na­se­bet­le­ri­ni dü­zen­le­mek için ge­rek­li olan bir va­sı­ta­dır. Dev­let adı­na ik­ti­dar im­kan­la­rı­nı kul­la­nan hü­kü­me­tin; ada­le­te riâ­yet et­me­si, emâ­ne­ti eh­li­ne ver­me­si ve te­b’­ası­nın sa­ade­ti için za­ru­ri olan dü­zen­le­me­le­ri yap­ma­sı za­ru­ri­dir. Ba­zı İs­lâm âlim­le­ri; “İn­san­la­rı hi­dâ­ye­te ve hay­ra ulaş­tır­mak, on­la­rı fe­sad­dan kur­ta­ra­bil­mek için, ta­kip edil­me­si ge­re­ken en gü­zel yo­la si­yâ­set de­ni­li­r” ta­ri­fi­ni esas al­mış­lar­dır. Ha­ne­fi fû­ka­ha­sın­dan İbn-i Abi­din Si­ya­set; hal­kı dün­ya­da ve ahi­ret­te kur­tu­la­cak­la­rı yo­la ir­şad et­mek­le, on­la­rın sa­lah ve men­fa­at­le­ri için ça­lış­mak­tı­r’ ta­ri­fi­ni yap­mış ve bah­sin de­va­mın­da şöy­le de­miş­tir: ‘Si­ya­set ağır bir şe­ri­at olup iki ne­v’­idir. Si­ya­set-i za­li­me; hal­kın hak­la­rı­na zıt olan si­ya­set­tir ki, şe­ri­at bu­nu ha­ram kıl­mış­tır. Si­ya­set-i adi­le; hal­kın hak­la­rı­nı za­lim­le­rin elin­den kur­ta­ran, zu­lüm ve fe­na­lık­la­rı de­fe­den, fit­ne ve fe­sad eh­li­ni me­ne­den si­ya­set­tir ki şe­ri­at­tan sa­yı­lır.‘(4) İs­lâm ah­kâ­mı­nı uy­gu­la­yan dev­let, in­san­la­rın yer­yü­zün­de­ki hi­lâ­fet va­zi­fe­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me­le­ri için bir va­sı­ta­dan iba­ret­tir. Do­la­yı­sıy­la dev­let, mu­kad­des bir ku­rum ve­ya do­ku­nul­maz­lı­ğı olan bir tü­zel ki­şi­lik de­ğil­dir. 

Hi­lâ­fet kav­ra­mı; İs­lâ­mi si­ya­set ve mü­ca­de­le fık­hı açı­sın­dan ha­ya­ti öne­me ha­iz olan bir kav­ram­dır. Hat­ta ül­ke (Dâr) kav­ra­mı­na key­fi­yet ka­zan­dı­ran en önem­li un­sur hi­la­fet ni­za­mı ve uy­gu­la­nan hu­kuk sis­te­mi­dir. İmam-ı Ku­his­ta­ni ‘Da­rû­’l İs­lâ­m’ ve ‘Da­ru­’l Har­p’ kav­ram­la­rı­nı izah eder­ken, şöy­le de­miş­tir: “Da­rû­’l İs­lâm; mü’­min­le­rin emi­ri­nin (ha­li­fe­si­nin) sul­ta­sı al­tın­da olan ve İs­lâm ah­kâ­mı­nın tat­bik edil­di­ği bel­de­dir. Da­rû­’l Harb ise, kâ­fir­le­rin re­isi­nin ida­re­si al­tın­da olan ve kü­für ah­kâ­mı­nın ic­ra (tat­bik) edil­di­ği yer­dir.(5) Şem­sü­’l Eim­me Se­rah­si (rh.a) bel­de­ler­de (ül­ke­ler­de) uy­gu­la­nan ka­nun­la­rı dik­ka­te al­mış ve şu tes­bit­te bu­lun­muş­tur: “Bir bel­de­de (ül­ke­de) kü­für ve şirk ka­nun­la­rı uy­gu­la­nı­yor­sa, o bel­de da­rû­’l harp hük­mü­nü alır. Çün­kü bel­de­ler ve üze­rin­de ya­şa­yan­lar için ege­men olan güç, kuv­vet ve uy­gu­la­nan ka­nun­la­rın key­fi­ye­ti dik­ka­te alı­nır, ya bi­ze, ya kâ­fir­le­re nis­pet edi­lir. Müs­lü­man­la­rın ege­men­li­ği al­tın­da olan ve İs­lâm ah­kâ­mı­nın uy­gu­lan­dı­ğı bel­de­le­re Da­rû­’l İs­lâm de­ni­lir. (6)

İN­SAN­LA­RIN OR­TAK İH­Tİ­YAÇ­LA­RI

Ba­zı mu­te­ber kay­nak­lar­da; İs­lâm bel­de­le­rin­de ya­şa­yan in­san­la­rın or­tak ih­ti­yaç­la­rı dik­ka­te alın­mış ve hi­lâ­fet ni­za­mı­nın za­ru­re­ti şöy­le ifa­de edil­miş­tir: “Müs­lü­man­lar için bir ha­li­fe­ye (ima­ma) mut­lak su­ret­te ih­ti­yaç var­dır. Di­ni hü­küm­le­rin uy­gu­lan­ma­sı, ce­za­la­rın tat­bi­ki, kâ­fir­le­re kar­şı ül­ke sı­nır­la­rı­nın ko­run­ma­sı, ci­had için or­du teş­kil edil­me­si, sa­da­ka­la­rın top­lan­ma­sı, zor­ba­la­rın, soy­gun­cu­la­rın ve eş­ki­ya­la­rın zabt-u rapt al­tı­na alı­nıp kah­re­dil­me­si, Cu­m’­a ve Bay­ram Na­maz­la­rı­nın edâ edil­me­si, in­san­lar ara­sın­da or­ta­ya çı­kan ih­ti­lâf­la­rın or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı, hu­ku­kun üze­ri­ne ka­im ol­du­ğu şa­hid­lik­le­rin ka­bu­lü, ve­li­le­ri bu­lun­ma­yan (kim­se­siz) ço­cuk­la­rın ih­ti­yaç­la­rı­nın kar­şı­lan­ma­sı, eği­til­me­si, ev­len­di­ril­me­si ve ga­ni­met mal­la­rı­nın tak­si­mi gi­bi önem­li me­se­le­ler ha­li­fe (imam) sa­ye­sin­de ic­ra edi­lir. (7) İs­lâm Fık­hı­’nı uy­gu­la­yan dev­let; mu­kad­des bir ku­rum ve­ya do­ku­nul­maz­lı­ğı olan bir tü­zel ki­şi­lik de­ğil­dir. İn­san­la­rın yer­yü­zün­de­ki hi­lâ­fet va­zi­fe­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me­le­ri için, sa­de­ce bir va­sı­ta­dır. Hü­lâ­fa-i Râ­şi­din dö­ne­mi­’n­de in­san­lar ‘A­da­le­tin mül­kün (dev­le­tin/ik­ti­da­rın) te­me­li­’ ol­du­ğu­nu mü­şa­he­de et­miş­ler­dir. 

Hü­lâ­fa-i Râ­şi­din dö­ne­min­den son­ra sal­ta­nat sis­te­mi ön plâ­na çık­mış ve dev­le­ti tak­dis eden ‘Hik­met-i hü­kü­me­t’ an­la­yı­şı ya­yıl­ma­ya baş­la­mış­tır. Bu dö­nem­de sul­tan­la­ra “Ha­li­fe­tûl­la­h” (Al­la­h’­ın ha­li­fe­si) sı­fa­tı­nı uy­gun gö­ren ve on­la­rın yer­yü­zün­de ‘Al­la­h’­ın zıl­li­’ (göl­ge­si) ol­du­ğu­nu söy­le­yen sa­ray ume­ra­sı or­ta­ya çık­mış­tır. Ma­ale­sef ba­zı âlim­le­rin de ‘Al­la­h’­ın zıl­li­’ (göl­ge­si) ta­bi­ri­ni kul­lan­dık­la­rı­nı giz­le­mek müm­kün de­ğil­dir. Me­se­lâ: Han­be­li ûle­ma­sı­’n­dan İbn-i Tey­mi­ye şöy­le de­miş­tir: ‘Yö­ne­ti­ci­lik, di­ni yü­küm­lü­lük­le­rin en bü­yük­le­rin­den­dir. Hat­ta di­nin ayak­ta ka­la­bil­me­si, an­cak onun­la müm­kün ola­bi­lir. Zi­ra Al­la­h’­ın farz kıl­dı­ğı emr-i bi­’l ma’­rûf ve­ci­be­si­nin ifâ­sı, an­cak oto­ri­te ve dev­let­le ger­çek­leş­ti­ri­le­bi­lir. Ke­za ci­had, ada­let, hacc, hadd ce­za­la­rı­nın tat­bi­ki ve bu­nun gi­bi hu­sus­lar da yi­ne dev­let oto­ri­te­si sa­ye­sin­de ger­çek­le­şir. Bu yüz­den­dir ki bir ha­dis­te ‘Sul­ta­nın Al­la­h’­ın yer­yü­zün­de­ki göl­ge­si­’ ol­du­ğu be­lir­til­miş­tir.’(8) Ba­zı ha­dis ki­tap­la­rın­da yer alan ‘in­ne­me­’s sul­ta­nû zıl­lûl­lah ve ram­hu­hû fi­’l-ar­d’ şek­lin­de­ki ri­va­yet, Hz. Ene­s’­den (ra) nak­le­di­len bir ha­ber­dir.(9) İs­ma­ili­ye Fır­ka­sı­’na men­sup olan ba­zı mü­el­lif­ler; Hz. Ali­’yi (ra) yü­celt­mek ni­ye­tiy­le, O’­nun yer­yü­zün­de ‘Al­la­h’­ın zıl­li­’ (göl­ge­si) ol­du­ğu ha­be­ri­ni uy­dur­muş ve ya­yıl­ma­sı­nı sağ­la­mış­lar­dır.(10) 

Sal­ta­nat sis­te­min­de, hem ik­ti­da­rın te­şek­kü­lün­de ve dev­rin­de, hem de de­net­len­me­sin­de in­san­la­rın dev­re dı­şı bı­ra­kıl­dı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün­dür. Tür­ki­ye­’de­ki si­ya­si re­ji­min, sal­ta­nat an­la­yı­şı­nın lâ­ik­leş­me­si so­nu­cun­da or­ta­ya çık­tı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün­dür. Mo­dern-ulus dev­let pa­ra­dig­ma­sı­nı si­vil din ha­li­ne ge­ti­ren ik­ti­dar­lar; va­tan­daş­la­rın ne­ye ina­na­cak­la­rı­nı, ka­mu ala­nın­da na­sıl dav­ra­na­cak­la­rı­nı, res­mi ide­olo­ji­ye iman et­mek şar­tıy­la ne­yi dü­şü­ne­cek­le­ri­ni ve bu dü­şün­ce­le­ri­ni na­sıl ifa­de ede­cek­le­ri­ni ka­nun­lar­la sı­nır­lan­dır­mış­lar­dır.

So­nuç ola­rak şu­nu söy­le­ye­bi­li­riz: İs­lâ­mi si­ya­se­tin te­mel rü­kün­le­ri­ni ‘va­hiy­le sa­bit olan ha­ki­kat­le­re tes­lim ol­mak, ada­le­ti sağ­la­mak, ema­net­le­ri eh­li­ne ver­mek, her­han­gi bir ayı­rım yap­ma­dan (kav­mi, ren­gi, di­ni ve di­li ne olur­sa ol­san) te­b’­ası­nın sa­ade­ti­ne ve­si­le ol­ma­k‘ şek­lin­de ifa­de ede­bi­li­riz. He­sap gü­nü­ne ha­zır­la­nan Müs­lü­man­la­rın mu­kad­des dev­let ta­sav­vu­ru­nu ve ata­lar di­ni­ni red­det­me­le­ri za­ru­ri ol­du­ğu gi­bi, bir­bir­le­riy­le iyi­lik ve tak­va hu­su­sun­da yar­dım­laş­ma­la­rı da za­ru­ri­dir. (11)

(1) İmam-ı Alû­si, Ebu­’1-Fadl Şi­hâ­bud­din es-Sey­yid Mah­mûd- Rû­hu­’l-Meâ­nî-Bey­rut: 1994 C:8 Sh: 109, Ay­rı­ca Ebû­’l Ha­san El- Ned­vi- Dört Rü­kün- Kon­ya: 1969 Sh: 299.
(2) Mec­mu­atû­’t Te­fa­sir - İst: 1979 C: 2 Sh: 540
(3) Ge­niş bil­gi için/Hü­se­yin Na­il Ku­ba­lı-Ana­ya­sa Hu­ku­ku Ders­le­ri/Ge­nel Esas­lar ve Si­ya­si Re­jim­ler -İst: 1971 Sh:5 vd.
(4) İbn-i Abi­din- Red­dü­’l Muh­tar Ale­’d Dür­ri­’l Muh­tar-İst: 1983 C: 8 Sh: 186
 (5) İmam Ku­his­ta­ni-Ca­mi­û’r Ru­muz- İst: 1300 C: 2 Sh: 311
 (6) İmam-ı Se­rah­si- El-Meb­sût- Ka­hi­re: 1324 Bsk. of­set Bey­rut: ty C: 10 Sh: 114, 
 (7) Mus­li­hud­din M. Kes­te­li-Şer­hi Aka­idi­’l Kes­te­li-İst: 1973 S. Bi­li­ci. Yay. Sh: 181-182 Ay­rı­ca İmam-ı Taf­ta­za­ni-Şer­hü­’l Aka­id-İst: 1980 Sh: 326 vd.
 (8) İbn-i Tey­miy­ye- Es Si­ya­se­tü­’ş Şe­r’­iy­ye- İst: 1985 Sh: 194-195 (çev:V.Ak­yüz) 
 (9) El Ac­lû­ni- Keş­fû­’l Ha­fa- Bey­rut: 1351 C:1 Sh: 213
 (10) En Ney­sa­bû­ri-İs­ba­tû­’l İma­me- Bey­rut: ty Sh:86.
(11) Mi­sak Der­gi­si

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüsnü Aktaş Arşivi