Terör: Hastalıklı bir ruh ve zihin hali
Bugün terör, terörizm, uluslararası terör denildiği zaman akla gelen maalesef İslam Dünyasıdır. Hatta uzun zamandan beri Ortadoğu’da Filistin-İsrail ilişkilerindeki gerginlik, Lübnan’da olup biten olayların yorumu, terörizm kavramını İslam dünyasına havale etmiştir.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce de, Batı ve ABD’ye karşı girişilen bütün eylemler terör olarak adlandırılmış, Batı kaynaklı caydırıcı veya imha edici eylemler ise üzerinde durulmaya bile değmez olarak göz ardı edilmiştir.
Noam Chomsky’nin “İmparatorlar ve Korsanlar” adlı kitabının Önsöz’ü, yukarıda söz ettiğim hususları anlamak bakımından oldukça verimli. Burada geçtiği biçimiyle terörizm terimi, 18. Asırda “hükûmetlerin halkın kendisine itaat etmesini sağlamak için şiddete başvurmasıyla ilgili olarak ortaya çıkmıştır.” Bu ifade, iktidarların işine gelmediği ve olumsuz anlamlara sahip olduğu için “güçlüleri rahatsız eden hırsızlarla sınırlandırıldı.” Bu açıklamalar terör, terörizm ve terörist sıfatlarının kimler tarafından kime verileceğini de gösteriyor aslında.
Augustinus’tan aktardığı çok güzel bir örnek var: Büyük İskender, esir aldığı bir korsana, “hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?” diye sorar. Korsan da, “sen hangi cesaretle bütün dünyaya saldırabildin?” diye cevap verir. Ve konuşmasını şöyle sürdürür: “Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için korsan, sen ise bir donanmaya sahip olduğun için İmparator olarak adlandırılıyorsun.” Aslında bu olay, uluslararası terör söz konusu olduğunda kimin ne olduğunu çok açık bir biçimde ifade etmektedir.
Son günlerde yaşadığımız ve hepimizi üzen olayların elbette yukarıda bahsettiğim hususlarla pek ilgisi yoktur. Çünkü 11 Eylül başta olmak üzere Fransa’da yaşanan son terör olayı ve arkasından gelen olaylar, Chomsky’nin anlatmaya çalıştığı biçimde izah edilebilecek ve canileri meşru gösterebilecek türden değildir.
İslam Dünyası, İslam’a yapışmış terör olaylarını Batı ve ABD kaynaklı etkilere tepkiler biçiminde yorumlama hatasından vazgeçmeli ve muhakkak surette kendi dünyasına dönüp kendi dinamiklerinden kaynaklanan hataları bulmaya, bunlar üzerinde kafa yormaya çalışmalıdır.
Çünkü terörizmden başka yol seçmeyen için dünya ve hayat ile olan ilişki, sadece ölmeye ve öldürmeye yönelik bir ilişkidir ve bu ilişkinin dışında dünyanın ve hayatın başka bir anlamı yoktur.
Çünkü terörizm, dünyayı ve hayatı cehenneme çevirmek isteyenlerin işidir. Dünya ve hayatı cehenneme çevirmek isteyenler, kendilerinin de peşinen cehennemde olmalarını kabul eden kişilerdir. Hangi sağlıklı ruh, kendisinin cehennemde yanmasını peşinen kabul edebilir?
Öyleyse şu sorulara cevap aramamız lazım: Ölme ve öldürmeyi, dünya ve hayatı hem kendisi hem de başkaları için cehenneme çevirmeyi isteyebilecek gözü dönmüş ruh hastaları hangi iklimde ve zeminde yetişiyor? Böyle bir iklim ve zemin hangi gerekçelerle bizim dünyamızda ortaya çıkabiliyor? Makul bir biçimde ve komplekse kapılmadan kendi iklimimiz ve zeminimiz ile yüzleşmeden İslam Dünyasını, her türlü olumsuzluğun yaşandığı yerler olmaktan çıkarmamız pek de mümkün görünmüyor.
Bu yaşananların din ile ilgisinin olduğunu söylemek ve İslam’ın bunu gerektirdiğini iddia etmek de ayrı bir hastalıklı ruh ve zihin halidir.
İnançlar, insani ve dünyevi düzenin ahlakiliğine hizmet etmediği takdirde tehlikeli bir boyut kazanırlar. İnançların tehlikeli boyut kazanması kadar da inançlara zarar veren başka bir husus yoktur. İnançların dünyanın ahlaki bir düzene doğru gidişine olumlu katkıda bulunması ve tehlikeli olmaktan çıkarılması, inanç sahiplerine ve o inanç sisteminin teorik yapısını oluşturanlara düşen bir görevdir.
Bu manada, Müslümanlar İslam inancını, sağlıksız ruh ve zihin sahiplerinin istedikleri gibi kendi eylemlerini meşrulaştırabilecekleri bir inanç sistematiği olmaktan çıkarmakla da yükümlüdürler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.