Çözüm süreci’nin muhatabı ve korsan devlet
Türkiye’nin son otuz yıldır etnik-terör felâketiyle karşı-karşıya kaldığı ve bazı askeri uzmanların ifadesiyle ‘düşük yoğunluklu savaşın’ tarafı olduğunu söylemek mümkündür. Kurulduğu yıllarda Marksist-Leninist ideolojiyi savunan, SSCB’nin dağılmasından sonra etnik-milliyetçiliği ön plâna çıkaran PKK Örgütü, yıllarca Türkiye’nin siyasi gündemini işgâl eden bir örgüttür. Bilindiği gibi etnik-terör felâketi ile kavmiyetçilik fesadı arasında zaruri bir münasebet vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan Anayasa’da ‘milliyetçilik/kavmiyetçilik’ ideolojisi, devlet siyasetinin bir unsuru haline getirilmiştir. Çağdaş uygarlık adına İslâm fıkhı’na meydan okumanın, farzları yasaklamanın ve haramları teşvik etmenin nelere sebeb olabileceğini düşünmeyen devlet adamları; Türk ve Kürt kavminin ortak paydası olan İslâm kardeşliğine zarar vermenin, bu iki kavmi birbirinden uzaklaştıracağını dikkate almamışlardır. Zaman içerisinde resmi ideoloji taassubu, ulusal üst kimlik teorisi ve “Atatürk Milliyetçiliği” gibi kavramların ön plâna çıkarılması, etnik-kimlik probleminin çözümünü imkânsız hale getirmiştir.
AK Parti iktidarı; seksen yıl devam eden Kürt kimliğini inkâr ve uygulanan asimilasyon siyasetini ortadan kaldırabilmek için, bazı önemli adımlar atmıştır. 2007 yılında yapılan Genel Seçimler’den sonra Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın önce Ankara’da, sonra Diyarbakır’da “Türkiye’de Kürt vatandaşların yaşadığı sorunun adının kürt sorunu olduğunu ve devletin geçmişte yanlış politikalar izlediğini; büyük devlet olmanın bir yolunun da geçmişle yüzleşme cesaretini gösterebilme ve özeleştiri yapabilme erdemini göstermek” olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Ak Parti Hükümeti; etnik-terör fesadını ortadan kaldırmak için 1 Ağustos 2009 tarihinde ‘Milli Birlik ve Kardeşlik’ projesini gündeme getirmiştir. Son yıllarda Kürt Sorunu’nu çözebilmek için, bazı adımların atıldığını (Kürtçe Televizyon, Seçmeli Kürtçe dersleri vs) gizlemek mümkün değildir.
PKK 1984 yılından bu yana gerçekleştirdiği silahlı mücadele ile kuruluş yıllarından bu yana savunduğu ‘Bağımsız Sosyalist Kürdistan’ idealine ulaşamadığı gibi, coğrafi anlamda bir alan hâkimiyetini de sağlayamamıştır. Kurucusu Abdullah Öcalan’ın ‘Şemdinli Modeli’ diyerek övdüğü paralel/korsan devlet denemesi de hüsranla sonuçlanmıştır. Zamanın Başbakanı R.Tayyip Erdoğan’ın, Aralık 2012’de ‘İmralı ile doğrudan görüşülüyor’ açıklaması ile adına ‘Çözüm Süreci’ denilen siyasi proje gündeme girmiştir. PKK’nın dünya görüşünü, ideolojisini ve siyasi hedeflerini iyi tahlil edemeyen Ak Parti İktidarı, başlattığı çözüm sürecinin altında ezilmeye başlamıştır. Zira Çözüm Süreci’nin ’olmazsa olmaz’ üç şartından birisi olan silahlı unsurların sınır dışına çıkarılması ve silahsızlanma meselesi önce zamana yayılmış, sonra gündemden düşürülmüştür. PKK/KCK’nın Çözüm Süreci’nde pragmatist davrandığı; bir taraftan ‘önümüzdeki aylarda çekileceğiz’ derken, diğer taraftan silahlı mücadele için taban oluşturmaya çalıştığı görülmüştür. Ayrıca her fırsatta ‘dediklerimiz yapılmazsa süreci bitiririz’ diyerek, Ak Parti Hükümeti’ni tehdit eden PKK/KCK sözcüleri, Çözüm Süreci’nin yegâne muhatabı gibi davranmaya başlamışlardır. Çözüm Süreci’nin devam ettiği son iki yıllık dönemi, değişik açılardan tahlil etmekte fayda vardır.
ÇÖZÜM SÜRECİ’NİN MUHATABI KİMDİR?
Ak Parti Hükümeti’nin; resmen olmasa bile, pratikte Çözüm Süreci’nin muhatabı olarak PKK’yı ilân ettiğini gizlemenin bir anlamı yoktur. Bu tercih, PKK/KCK sözcülerini, Kürtlerin tek temsilcisi durumuna getirmiştir. PKK da bunu çok iyi değerlendirmiş ve bölgenin tek egemen gücü olduğunu her fırsatta hatırlatmıştır. Hükümet, Çözüm Süreci’nde terör eylemlerinde bulunanlara yönelik operasyonları durdurmuş, PKK/KCK militanlarının halkı rahatsız eden yol kesme, haraç toplama ve şantiye basarak araçları yakma gibi eylemlerine göz yummuştur. Hükümetin bu tavrı, teröristleri daha da cesaretlendirmiş ve bölgede kendisine daha geniş bir taban oluşturmuştur. Ayrıca bu süreçte PKK/KCK militanları dükkân dükkân, ev ev haraç/vergi toplamaya başlamış, direnenler ya dağa kaçırılmış, ya da şehir merkezlerinde oluşturulan KCK mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmışlardır. Güvenlik güçlerine yapılan şikâyetlerin çoğu ‘çözüm sürecinin hatırına’ dikkate bile alınmamıştır.
Süreç devam ederken PKK/KCK ve onlara müzahir olan kesimlerde üç görüş öne çıkmıştır.
Birincisi: Silahın miadını doldurduğu ve bundan sonra herkesin demokratik siyaseti esas alması gerektiğini savunan Leyla Zana ve arkadaşlarının tavrı.
İkincisi: Habur’da yaşanan zafer şenliği sebebiyle kesintiye uğrayan Oslo sürecinde görüldüğü gibi; terörü bir vasıta ve pazarlık unsuru olarak devrede tutmaya çalışan Öcalan’ın, pragmatizmi andıran ‘hem silah, hem görüşme’ şeklindeki anlayışı.
Üçüncüsü: PKK içindeki şahinlerin görüşü olarak ifade edilen ve ‘Devrimci Halk Savaşı’ ile netice alacağını düşünen yaklaşım. IŞİD’in Kobani şehrini kuşatmasını bahane edip, otuz beş ilde halk ayaklanmasını başlatan ve kırk sekiz insanı vahşice öldüren militanlar, üçüncü yaklaşımın güç kazandığını göstermektedirler.
AK Parti Hükümeti çözüm sürecini başlatmadan ve akil insanları devreye sokmadan önce; meseleyi ‘efradına cami, ağyarına mani’ bir şekilde tahlil etmediği ve bölge milletvekillerinin telkinlerine kapıldığı için yanlış bir adım atmıştır. Çözüm sürecinin muhatabı PKK/KCK militanları veya onların emrine uymayı siyaset zanneden HDP milletvekilleri değil, samimi olarak çözüm isteyen Kürt halkının tamamı olmalıdır.
KORSAN DEVLET
PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin 2012 yılının Ağustos ayında; bazı şehirlerde kontrolü ele geçirmesi, Suriye’nin devlet binalarına PKK bayrağını ve Abdullah Öcalan’ın posterlerini asması, Suriye’de kurulan korsan devletin ilk işaretleridir. PKK’nın yayın organlarında yer alan Kobani ile ilgili ifadelere baktığınızda, sanki verdikleri silâhlı mücadele neticesinde Suriye Kürdistanı’nı ele geçirdiklerini zannedersiniz. Oysa Kobani dâhil bütün Suriye Kürdistanı; Barzani’yi destekleyen Kürtlerin sindirilmesi ve Kürt İslami Hareketlerinin tasfiye edilmesi neticesinde PYD’nin kontrolüne geçmiştir. PYD’nin eş başkanı Salih Müslim, Taraf Gazetesi’nde yayınlanan röportajda (20 Temmuz 2013) ‘İslâm şeriatına karşı savaştıklarını’ söyleyerek, dünya görüşünü ortaya koymuştur. PYD/PKK militanlarının terör eylemleri neticesinde bölgeyi terk eden ve IŞİD’e katılan Kürtler, Kobani Savaşı’nda önemli rol oynamamışlardır. Kobani bahanesiyle Türkiye’yi yangın yerine çeviren PKK/KCK militanları, IŞİD karşısında aldıkları yenilginin getirdiği hayal kırıklığı neticesinde, ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Kendilerinin yenilmez silahlı bir örgüt olduğu propagandasını yapan PKK militanları, IŞİD karşısında hezimete uğramışlardır. Kandil’in şahinlerinden Cemil Bayık, bu hezimetin sebebini ‘Biz dağ şartlarında savaşmaya alışığız. Şimdi düz ovada savaşıyoruz’ şeklinde izaha çalışmıştır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Kobani bahanesiyle şehirleri savaş alanına çeviren PKK/KCK militanlarına ‘Eğer paçanız sıkıyorsa, gidin IŞİD’e karşı savaşın’ diyerek, yaşadıkları hezimeti hatırlatmıştır. Hür Dava Partisi hazırladığı raporda, IŞİD karşısında hezimete uğrayan PKK, PYD ve KCK mensubu teröristlerin tavrını şöyle izah etmişlerdir:’ Hür Dava Partisi ve İslâmi hassasiyetleriyle tanınan sivil toplum kuruluşları, sancılı ve kaotik dönemlerde Kürdistan’da hep PKK çevreleri başta olmak üzere karanlık odakların şaibeli saldırı ve tacizlerinin adresi olmuştur. Bu meyanda Eylül 2014’te Kürdistan’da bulunan bir Kürt kenti olan Kobani’ye yönelik IŞİD saldırılarıyla beraber Hür Dava Partisi’ne yönelik karalama kampanyaları yürütülmüş ve partimizin IŞİD adlı örgüte destek verdiği yönünde propaganda yapılmıştır. Her ne kadar Partimizin sözcüleri bu iddiayı reddetmiş ve bahse konu örgütün partiye yönelik aşırı tutumlarını kamuoyu ile paylaşmış ise de propaganda son bulmamıştır. 6 Ekim 2014 tarihinde İmralı Cezaevi’nde Abdullah Öcalan’ı ziyaret eden kardeşi Mehmet Öcalan görüşmeden sonra PKK Lideri’nin ‘Kobani’deki insanlarımız sonuna kadar direnecekler. IŞİD’in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa, sonuna kadar direnilecek’ dediğini aktarmıştır. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da 07 Ekim 2014 tarihinde yaptığı açıklamada ‘Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır’ çağrısında bulunmuştur. Bundan sonra Kürt coğrafyasında sokakların hiç olmadığı kadar gerginleştiği ve saldırıların arttığı görülmüştür. Söz konusu saldırılar PKK’ya müzahir internet siteleri, haber ajansları, televizyon kanalları ve sosyal medya hesapları üzerinden yapılan kışkırtıcı ve hedef gösterici yayınlar sebebiyle her yerde ve eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiştir. Daha önceden planlandığı anlaşılan yoğun saldırılar neticesinde Hür Dava Partisi üyesi yedi kişi hayatını yitirirken, onlarca kişi yaralanmış, parti binaları, dernekler, işyerleri ve birçok araç zarar görmüştür. Sakallı olan kimseler ve tesettürlü kadınlar; IŞİD mensubu gibi değerlendirilmiş, gözü dönmüş teröristlerin saldırısına uğramıştır.’
BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ
PKK/KCK Terör Örgütü’nün liderlerinden Murat Karayılan; Almanya’da yayımlanan ‘Bir Savaşın Anatomisi’ isimli kitabında; İslâm’a ve dindar Müslüman Kürtlere bakışını ifade ederken, aşağılayıcı bir dil kullanmıştır. Kürt Kavmi’nin ulusal dininin ‘Zerdüştlük’ olduğunu ileri süren Murat Karayılan’ın bu kitabında yer alan izahlarını, AB normlarına göre düşünce, inanç ve fikir hürriyeti olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak kendileri gibi düşünmeyen; yani Zerdüşt veya Alevi olmayan, özellikle de Nakşibendî Tarikatı’na mensup olan Kürtleri, düşman olarak değerlendirmektedir. 2010 yılının Aralık ayında DTK tarafından hazırlanan ve tartışmalara sebep olan raporda ‘özerk devlet, öz savunma sistemi ve komün teorisi’ gibi unsurlara da yer verildiğini de unutmamak gerekir. Bu durumda PKK’nın, dindar olan Kürtleri temsil etmesi mümkün müdür? Kobani bahanesiyle gerçekleştirilen ayaklanmada öldürülen Hüda-Par üyelerinin tamamı, dindar Kürtlerdir. Halkların kardeşliği sloganını dilinden düşürmeyen PKK/KCK sözcüleri, önce kendi halkının ‘din ve vicdan hürriyetlerine’ saygı göstermek zorundadırlar. HDP’nin Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen eşbaşkanları ile bırakın çözüm sürecini başarıyla devam ettirmeyi, Kürt sorununu müzakere etmek bile kolay değildir. (Misak Dergisi-288)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.