Türkiye İç Siyaseti ve Denge Arayışları
Türkiye, 7 Haziran 2015 genel seçimlerine doğru giderken kulislere yansıyan abartılı iddia, söylenti ve senaryolar ciddi anlamda kafaları karıştırıyor. Özellikle demokratik geleneklerin dışına çıkarak rakiplerine üstünlük sağlama ya da istemediği tarafı başarısızlığa uğratma arayışları konusundaki kulis değerlendirmeleri epeyce endişe doğuruyor.
Böylesi ürkütücü kulis bilgileri söylentilerin ötesine geçmese de, Türkiye demokrasisinin ‘darbe dönemleri’ atmosferine mahkûm edilmeye çalışıldığını hissettirmesi/göstermesi nedeniyle çok korkutucudur. Çünkü böylesi bir algının kamuoyu nezdinde belirgin bir şekilde yer ederek taban tutması halinde, ‘demokrasiyi rafa kaldırma heveslileri’ için önemli bir fırsat üretilmiş olunacaktır. Daha önceki darbe dönemlerinin hemen evveli yıllarında yaşanan ya da sergilenen benzer olaylar ve sonrasında yaşananlar bu durumun en somut kanıtıdır.
Bundan dolayıdır ki; tüm siyasi ve sivil çevreler ile medya dünyası ve akademik kesimler bu durumun bilinciyle hareket ederek ivedi bir şekilde seçim sürecinin olabildiğince normalleştirilmesine doğrudan katkı sunmak zorundadırlar. Aksi halde; 7 Haziran 2015’e kadar geçen zaman diliminde ve hatta seçim sonuçlarının hazmedilmemesi ihtimali dikkate alınarak, seçimler sonrasında yaşanabilecek muhtemel taşkınlıklar ile demokrasi dışı girişimlerden ilgili tüm siyasi sivil, akademik ve medyasal çevreler sorumlu olacaklardır.
Bu arada hiçbir şekilde unutulmamalıdır ki; Türkiye’deki tüm seçmenler yeteri derecede demokratik olgunluğa erişmiş olduklarından dolayı, taktik hamlelerle üstünlük sağlamaya çalışanlar karşısında stratejik derinlik eseri yönelimler sergileyenleri destekleyerek kendi menfaatlerinin gereğini yapacaktır. Öyle ise, “horoz dövüşü” niteliğindeki ya da “örtülü operasyon” kabilindeki tutum, davranış ve girişimlerin seçim sandığında halk tarafından mutlaka en ağır bir şekilde cezalandırılacağının bilinciyle hareket edilmelidir.
Kaldı ki, Türkiye iç ve dış siyaseti ile NATO’nun bölgeye ve Türkiye’ye yönelik politikaları arasındaki mutlak manada uyumluluk gerektiği bilinciyle hareket eden büyük çoğunluktaki seçmen kitleleri, her ne kadar hayali düşman üretme senaryolarıyla belli bir noktaya kadar yönlendirilmekte başarılı olunabilirse de, belli bir süre sonra bunun ‘bumerang etkisi’ yapacağı hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Madem öyle; o halde, ‘albenili siyaset üretme’ dışındaki her türlü yanlış yol, yöntem ve girişimlere teşebbüs edenler karşısında tüm diğer sivil ve siyasi çevreler derhal durumu en uygun yol ve yöntemlerle halka şikâyet ederek hem kendilerine, hem halkımıza, hem de ülkemize gerekli iyilikleri yapmak zorundadırlar.
Zaten gelinen son noktada sadece Türkiye siyaseti değil, Türkiye ekonomisi ile sosyal yapısı da tıkanma aşamasına gelmiş ve bu durumlar maalesef birbirlerini daha da tetiklemeye başlamıştır. Böylesine çok boyutlu ve kompleks yapılı bir tıkanma ortamından çıkışı sağlayabilecek politikalar geliştirilemediği ya da kitlelere sunulamadığı takdirde, Türkiye’yi korkunç derecede iç bunalımlar ve gerilimler sarabilir. Bundan dolayı, hemen herkesimin ‘nasıl olur da yeni ve yön verici nitelikte politikalar geliştirerek farklılık oluşturabilirim’ konusu üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Sayın Abdullah Gül’ün yeniden siyasete girmesiyle ilgili kamuoyuna vermiş olduğu olumlu mesajlar, Türkiye’deki mevcut karamsarlıklar ile tıkanıklıkların giderilmesi yönünde üretilmiş çok önemli bir politikadır; hatta Sayın Hakan Fidan meselesi de aynı şekilde değerlendirilebilir. Aynı şekilde, mesela; MHP ile BBP ve SP’nin seçim ittifakı yapmaları ile MHP’nin, AK Parti karşıtı kamptan koparak alternatif ‘bir üçüncü yol’ oluşturma girişimi de benzer manada önemli bir politik çıkış olarak kabul edilebilir.
Pek tabii olarak, daha önce Sayın Murat Karayalçın’ın denediği gibi, CHP ile HDP ve Vatan Partisi (eski İşçi Partisi) birlikteliğinde gerçekleştirilecek bir başka ittifak da Türkiye siyasetine bambaşka bir renk katacaktır. Zira Sayın Karayalçın, daha önce denemiş olduğu bu tarz bir ittifak vesilesiyle Türkiye siyasetine ve dolayısıyla Türkiye’nin yüksek menfaatlerine çok önemli bir katkı sunmuştur. Dolayısıyla, şimdilerde CHP’nin İstanbul İl Başkanı olan Sayın Karayalçın’ın bu tarz bir seçim ittifakında belirleyici bir role/yetkiye sahip kılınarak böylesi bir seçim ittifakını gerçekleştirmesi de aynı şekilde CHP adına başarılı bir politik çıkış olarak kabul edilecektir.
Sonuç olarak; Türkiye’nin hâlihazırda siyasi, sosyal ve iktisadi anlamda içerisine sürüklenmiş olduğu tıkanıklık, gerilim ve bunalımın kontrol edilemeyecek derecede bir felakete doğru yelken açmaması için hemen her kesime büyük sorumluluklar düşmektedir. Pek tabii olarak, Türkiye’deki tüm kesimler ile genel olarak halkımızı soğukkanlı, sağduyulu ve tahammüllü bir şekilde davranma noktasına çekebilecek en önemli güç Cumhurbaşkanlığı makamı ve dolayısıyla karizmatik kişiliğiyle Sayın Erdoğan’dır.
İnancım odur ki; bu genel seçim sürecinde kucaklayıcı olabilecek bir Cumhurbaşkanı, hem başkanlık sisteminin getirilebilmesi hususunda hemen herkesten çok önemli bir destek görecektir, hem olabildiğince yıpratıcı düzeye ulaşmış bulunan kendisine karşı yürütülmekte olan karalamaları belli ölçüde savuşturabilecektir, hem de Türkiye’nin bozulmuş bulunan çok boyutlu iç ve dış dengelerinin yeniden rayına oturmasına önemli derecede katkıda bulunmuş olacaktır. Elbette iktidar ve muhalefet partileri ile tüm sivil toplum kuruluşları, medya organları ve akademik çevrelere de bu denge arayışında çok büyük sorumluluklar düşmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.