Ben Politikacının zeki, çevik ve ahlâklı olanını severim...
Ülkenin binlerce meselesi var, ve daha 3 aya yakın zaman var ama herkes seçimlere odaklandı bile. Madem ki böyle, biz de biraz politikadan bahsedelim. Daha doğrusu politikacılardan...
Siyasete bulaşmamışlardan değilim. Bir müddet uğraştım. İki siyasi parti tecrübem var. 1987’deki seçimlerde Diyarbakır milletvekili adayı bile oldum. Partinin Türkiye genelinde aldığı yüzde 1’lik oyun fazlasını (yüzde 1,5) almıştım..
Muhsin Yazıcıoğlu’nun başkanlığında B. B. P’yi kurduk 99 kişiydik.. Sonra Yazıcıoğlu bir helikopter kazası ile şehid edildi ve biz de siyasetten el çektik. Bir daha ne bir partiye girdik ne de politika yaptık..
Fakat uzaktan da olsa siyaseti takip ediyoruz. Türkiye’de yaşayıp da siyasete bigane kalabilecek bir kişi de tanımıyorum. Yahu baksanıza 550 adaylık için 6 bin küsur aday adayı var... Siyaseti seviyorlar diyeceğim ama kazın ayağı öyle değil. Geçelim..
* * *
Mehmet Barlas’ın dün Sabah gazetesindeki köşesinde okudum. Bir devre damgasını vurmuş ingiliz politikacı Winston Churchill (1874-1965), rakibi olan İşçi Partisi lideri Clement Richard Attlee (1883 – 1967) için "O kuzu postuna bürünmüş bir kuzudur" diyerek ince ayarlı bir sataşma yapmış..
Barlas «Ya bunların sözlüklerindeki kelimeler tükenirse» başlıklı yazısında, bizim politikacıların böyle zeka pırıltıları taşıyan sözler bulmak yerine, bir birlerine hakaret ettiklerini, adi cümleler kurduklarını anlatıyordu...
Bu konuda sayın Barlas’ın yazdıklarına başka örnekler de ilâve edilebilir. Meselâ bu Churchill başlı başına bir âlemdir. Zeki ve usta bir demagogdur. İşçi Partili C. R. Attlee ile sık sık takışırlar ve birbirlerine laf sokmadan edemezlerdi..
Churchill, Avam Kamarasında yaptığı bir konuşmada “Meclisin önünde boş bir araba durdu” der ve biraz bekler... Herkes merak içindedir.. Devam eder: “içinden Attlee çıktı...” Gülüşmeler sürerken “Biliyor musunuz, Kristof Kolomb da İşçi Partiliydi" der... yine biraz durur ve devam eder: “Çünkü yola çıktığında nereye gideceğini bilmiyordu. Amerika'ya varınca da nereyi keşfettiğini anlayamadı...”
Attlee bunların altında kalmak istemez ama kiminle dans ettiğinin de farkındadır. Korka korka Churchill’in yanına gelir ve elini Churchill’in göbeğine koyarak, “Majesteleri kaç aylık hamileler acaba?” der. Churchill’in asabî asabî baktığını görünce de, cevap veremeyecek diye sevinip biraz daha yüklenmek ister. “Haydi lütfen söyleyiniz, bu çocuğun adını ne koyacaksınız?”
Herkes bu kez Churchill’in zor durumda kaldığını düşünürken kurt politikacı gülerek “Bak Attlee, kız olursa Kraliçemizin adını, erkek olursa Kralımızın adını koyarım. Fakat söz sana... Gaz çıkarırsam senin adını koyacağım..”
Attlee sinirli adımlarla uzaklaşır bir kez daha mat olmuştur..
Otto von Bismarck (1815-1898), Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ilk şansölyesidir (başbakan). Zeki, akıllı ve çok sakin bir yaradılışa sahiptir. Bir gün mecliste konuşmak üzere kürsüye geldiğinde muhalifler kendisini konuşturmamak için sıraların üstüne vurmaya ve gürültü etmeye başlarlar.
Bismarck biraz bekler, gürültü, uğultu kesilmeyince cebine koyduğu gazeteyi çıkarır, açıp okumaya başlar.. Onun bu sakin tavrı, muhaliflerin yaygarasını önemsemeyişi karşısında mecliste kısa zamanda sessizlik hâkim olur ve Bismarck gazeteyi tekrar katlar, cebine koyar ve kaldığı yerden konuşmasına devam eder...
Medeni ülkelerde siyaset böyle akıllı politikacılar çıkarır. Bizde ise siyaset, M. Kemal Paşa diktatörlüğü ile ve ikinci büyük paşadan sonrası da bunlara millî bir tepki olarak oluştuğu için bir türlü ince politika, zeki ve ahlâklı siyaset zemin bulamadı..
Düşünsenize ülke bir «Çanakkale Harbi» vermiş neredeyse çeyrek milyon şehit var. Aradan dört yıl geçiyor ve bu kez ülkesi bir baştan bir başa işgal ediliyor. İşgalcilere karşı bir «İstiklâl Harbi» veriliyor ve bu savaşta neredeyse tüm erkek nüfus tükeniyor. Hattâ bu savaşta birçok kadın şehidimiz bile vardır.
Fakat... Fakat bütün bu kahramanlıklar sonrasında büyük bir şok yaşanıyor.. Gerçek vatan sevdalıları tam rahat edeceğiz zannederken bir bakıyorlar ki, bir gün bin yıllık yazıları yasak edilmiş, bir gün Kur’ân okuyanlara eziyet ediliyor, bir başka gün başlarındaki fes çıkartılıp zorla şapka giydiriliyor, giymeyenler idam ediliyor, hattâ bu konuda birkaç sözle muhalefet eden bir şalcı bacı bile asılıyor..
Devran dönüyor ama zulüm bir türlü bitmiyor.. 18 sene ezanlar susuyor.. Türkçe ezan okumamakta direnen müezzinler, imamlar asılıyor. Millet, “biz gerçekten de düşman işgalinden kurtulduk mu, kurtuldu isek bu olanlar neyin nesi?” demeye başlıyor..
Nesilleri tükenme durumuna gelmiş az sayıdaki hamiyyet sahibi vatan evlâdı kendi devletlerine karşı neredeyse eşkiya gibi dağa çıkmayı düşünüyorlar.. Ve devrimler, devirdikçe deviriyor, devrilmeyen bir tek değer kalmayıncaya kadar yıkılıyor. Hattâ camiler bile yıkılıyor, kimi tarihî büyük camiler depo yapılıyor. Ahır yapılanı bile var...
Sonra bir gün çıkıp “haydi seçim var oylarınızı verin” diyorlar.. Diyorlar ama oy vermeye gidenler bakıyorlar ki ortada tek parti var, o da diktatörün kurdurduğu CHP. Oy vermiyoruz deseler karakuşi yargılanmalarla canından olmak var, dahası ölümü aratırlar adama, sürüm sürüm süründürürler.. Çaresiz tek partiye basıyorlar mührü...
Zaman geçiyor ve nihayet ilk çok partili seçim yapılıyor, millet içinde biriktirdiği kin ve öfke ile topyekûn Demokrat Parti’ye oy veriyor. CHP her türlü katakulliyi yapıyor fakat buna rağmen %54 oyla DP iktidar oluyor. Pekâlâ bu tarihten sonra Türk siyaseti medeni ölçüler içinde mi devam ediyor? Ne gezer...
Bu kez CHP milletin seçtiklerini bir darbe ile indiriyor! Zirve isimleri idam ediyorlar ve takrar karanlık... Elektrikler bir kesiliyor, bir geliyor ve Türkiye bugünlere geliyor...
Bana sorarsanız Türkiye’de birazcık da olsa Demokrasinin medeni ölçülerle başladığı tarih 2002’dir. O yüzden Ak Parti’ye oy vermeseler de yalan konuşmasınlar. Milletimiz o kadar dertlidir ki, korkarım o yalancılara intizar ederler. 17 Mart 2015