Diktatör, Korkakların Reisidir..
Ulu paşa Mustafa Kemal, diktatörlüğe başladığı (ya da ilk yoklamalarını yaptığı o karanlık) günlerde Meclis’e hitaben “Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifa olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..” diyor. Son cümleyi söylerken de, elini boyun hizasında sağa sola götürüp, kafa kesme işareti yapmayı ihmal etmiyor...
İsterseniz bir devrin kapandığı günlere ait bu ibretamiz tarihî hadiseyi, bizzat; kafa kesen, idam ettiren ve tarihe «kendi saltanatı için saltanat lağveden adam» olarak geçmiş o diktatörün ifadelerinden yani «Nutuk (Söylev)» isimli eserinden yeniden okuyalım... Okuyalım ki, bir millet nasıl «öz yurdunda garip, öz vatanında parya» olmuş, biraz olsun irfanımıza nakşolsun...
* * *
«Üç encümen bir odada içtima etti. Riyasetine Hoca Müfit Efendi'yi intihap eyledi. Meseleyi müzakere etmeğe başladılar. Şer'iye Encümeni'ne mensup hoca efendiler; hilafetin saltanattan münfek olamıyacağını, maruf safsatalara istinat ettirerek, iddia ettiler. Bu müddeayatın cerh ve nakzında serbest idare-i kelam edenler, ortaya çıkar görünmediler. Biz çok kalabalık olan aynı odanın bir köşesinde münakaşayı dinliyorduk. Bu tarzda, müzakerenin maksut neticeye iktiranına intizar etmek, beyhude idi. Bunu anladık. Nihayet; müşterek encümen reisinden söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle, şu beyanatta bulundum:
«Efendim, dedim. Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle ve zorla alınır.. Osmanoğlulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vâzıulyet olmuşlardı; bu tasallûtlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor.
Bu bir emr-i vakidir. Mevzu-i bahs olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emr-i vâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemahal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifa olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..
İşin cihet-i ilmiyesine gelince; hoca efendilerin hiç merak ve endişelerine mahal yoktur. Bu hususta ilmi izahat vereyim» dedim ve uzunuzadıya birtakım izahatta bulundum. Bunun üzerine Ankara meb’uslarından, Hoca Mustafa Efendi, affedersiniz Efendim; dedi biz meseleyi başka nokta-i nazardan mütalea ediyorduk; izahatınızdan tenevvür ettik. Mesele, Müşterek Encümence halledilmişti..
Süratle kanun lâyihası, tesbit olundu. Aynı günde (1 Kasım 1922), Meclisin ikinci celsesinde okundu. Tayin-i esami ile rey'e vazii, teklifine karşı, kürsüye çıktım. Dedim ki buna gerek yoktur memleket ve milletin istiklâlini ebediyyen mahfuz kılacak esasatı, Meclis-i âlinin, müttefikan kabul edeceğini zannederim." (Rey'e sesleri) yükseldi. Nihayet Reis, reye koydu, ve müttefikan kabul edilmiştir, dedi.Yalnız menfi bir ses işitildi. «Ben muhalifim!..» bu sada, «söz yok!» sadalarıyla boğuldu. İşte Efendiler; Osmanlı saltanatının, inhidam ve inkıraz merasiminin son safhası bu suretle cereyan etmiştir." (M. Kemal, Nutuk – Söylev, II. CILT, 1920−1927, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Türk Tarih Kurumu Yayınları, XXIII. Dizi, Sa.2a1, Ankara, 1987, Syf: 920)
* * *
Aynı gün İstanbul’da sultan Mehmet Vahidüddîn han, son Cuma selâmlığı merasiminde idi.. Bu tören bir cenaze namazı kadar sessiz ve hayli sıkıntılı idi.. Yıldız Sarayı’nın Hamidiye Camiine vatansever mübarek Padişah, çökmüş, beli bükülmüş, bitkin adımlarla girdi. Lâkin yine de bütün devlet sırmaları, nişanları üzerinde idi. Yalnız da değildi, sadrazam, vüzera, paşalar, nâzırlar bütün maiyetiyle birlikte idi..
Sarayın müezzinleri namazdan sonra mevlid-i şerif okudular. Allah’ın hikmetinden sual olunmaz, tarihin o acı gününde bütün cemaat ağlıyordu. Çünkü mevlid-i şerif biz Türklerde ya mübarek kandil gecelerinde ya da mevtalarımızın ruhlarına okunan bir mersiyedir, bir naat olarak Peygamberimiz’e salavat ve ümmeteine duâ vesilesidir. O gün orada bu mevlid-i şerif, hakikaten garip bir tevafukla, Osmanlı İmparatorluğu’nun ruhuna okunmuş gibi oldu. Kalbinde irfan ve idraki olan ağlamaz da ne yapardı?
* * *
Muhterem okurlarım. Yıl olmuş 2015. Şu satırları yazarken bile rahat değilim.. 5816 nolu Demokles Kılıcı tepemizde sallanıp duruyor hálâ. Biri kalkıp “sen ulu önder atamıza «diktatör» mü dedin?” diye ifademizi aldırabilir.
Oysa artık şu çağda bütün bunların çok rahatlıkla tartışılması lazım. Müteveffa Ecevit, kalkıp rahatça “Mehmet Vahidüddîn hain falan değildi” demişti. Ne oldu? Kıyamet mi koptu? Birileri de aksini iddia ettiler. Tarih gerçeklerden azade kalamayacak kadar enteresan bir saha. Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Ergeç hakikatler ortaya çıkacak. Korkunun ecele faydası yok. Korkunun bu millete zararı ise çok.. Allah aşkına biraz cesaret...
Hálâ bütün o devrim yasalarını toptan çöpe atamıyoruz. Onların hangisi bize lazım? Bin yıllık yazımızın ilgası mı? Kadınlarımızın çıplaklaştırılması mı? Tasavvuf dergahlarının kapatılıp mason localarının açılması mı? Hepsi akla ziyan şeyler.
İçimizden kahraman birileri «Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..» denildiğinde, “kes, kesmezsen namertsin” diyebilmelidir.. Biz (haşa sümme haşa) korkulmaya Allah’dan daha layık bir yöne savruldukça, Allah’ın nusretinden mahrum kalacak ve hakiki terakki yolunda bir arpa boyu olsun, yol alamayacağız. Bunu kafamıza iyice sokalım. Korkusuz yaşamak istiyorsak, Allah’dan hakkıyla korkalım. Nedir bu mezellet? Ne varlıklı yaşamak, ne üç gün daha ömür sürmeye çalışmak şereflidir. Şeref ve asalet, inandıkları uğrunda, ölmeyi yeğleyebilmektir..
Ben «Ecdad-ı Fatihan»ıma “Osmanoğlulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vâzıulyet olmuşlardı...” (el koymuşlardı, inhisarlarına almışlardı) diyen, sonra milletin muhalefetine rağmen ve hiçbir padişahın, hattâ voyvodaların bile yapmadığı şekilde milletin değerlerine savaş açmış birine, zerre kadar kıymet vermem, günahım kadar sevmem... 26 Mart 2015