Edebiyat Edeb, Edeb Gönül İşidir..
Okullarımızda Türk Edebiyatı mükemmel şekilde öğretilmedikçe, gençler edebiyatın seçkin eserleriyle yetiştirilmedikçe, fen ve matematik eğitimlerinin mükemmel olması bir şey ifade etmez.
Edebiyat, son üç asrın zirve duhatından (en dahî kişilerinden) biri olan Prof. Oktay Sinangil’in deyişiyle «gönül» meseledir. Prof. Sinangil, Batı’nın «kültür» kavramını bizim «gönül» (dil) ile karşıladığımızı söyler. Mükemmel ve yerden göğe haklı bir tesbittir bu.. (Ne hazindir ki, matematik, kimya, biyoloji ve termodinamik dehası olduğu kadar aynı zamanda bir haysiyetli milliyetçilik dehası olan bu zatı Türk çocukları yeterince tanımıyorlar.. Ona sahip çıkanların solcular olması ise, daha kötü bir talihsizlik..)
«Gönül» edebiyatımıza dil olarak girmiştir. Dil hem lisan hem gönüldür. Gönlü abad olmayanın dünyasında huzur hâkim olmaz. Gençlerimizin mürüvvet sahibi olmaları, gönüllerinin gelişmesi ile mümkün.
Bakî'nin bir beyti şöyledir:
Derûnun pür-maârif, hem-nîşînin merd-i ârif kıl
Açılma ey yüzü gül, şahs-ı nâdâna kitâb-âsâ..
Açıklaması, Ey gül yüzlü (sevgili)!... Sineni, özünü (kalbini, gönlünü, beynini) bilgi ve hikmet ile eğit, dostlarını da ihlaslı, dürüst bilgelerden edin. Kitaplar gibi ol, her önüne gelene, nádân (en câhil, körkütük câhil) kişilere sırlarını açma. Kitabı nasıl ki câhiller (ilim edinme anlamında) açamazsa, sen de kitaplar gibi ol, câhil cüheylaya, görgüsüzlere, mürüvvet yoksunlarına gönlünü, sırlarını açma.
Bakî'nin bu (beytindeki) sözleri iki güzel ve temel öğüt veriyor:
1) Dağarcığınız bilgi ile dolu olsun, kendinizi iyi eğitin…Kültürünüz zengin olsun.
2) Her daim hamiyyet sahibi ve ihlaslı hikmet ehli ile olun, cahillerle tartışmayın, nádânlara ilminizi beyhude yere açıklamayın, anlamazlar.
Ebû Hanife hazretleri de ilimden cahiller yüzünden soğumaya başlayan bir talebesine aynı öğüdü şu veciz ifade ile verir. «Oduncular çarşısında pırlanta satılmaz evlâdım..» der…
Nabî’nin bir beyti: «Etme âr öğren oku ehlinden / Her şeyin ilmi güzel cehlinden»
Bilmediğini öğrenmek üzere sormak ayıp değildir. Utanıp sormazsan öğrenemezsin. Aklına hangi mesele geliyorsa hepsinde ilim ehli üstündür, bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. İlim daima cehilden güzeldir. Hattâ cahilden dostun olacağına; âlimden düşmanın olsun. Lâkin ilmi mutlaka ehlinden öğren...
Şair Nergisî ünlü beytinde şöyle diyordu:
Ne mâ'nâlar, ne sözler mündemicdir safha-i dilde
Egerçi sûret-i zâhirde hâmûşun kitâb-âsâ
Gönül sayfalarımda ne mânâlar ne sözler gizli.. Gerçi görünüşte kitap gibi sessiz duruyorum ama (buna aldanmayın) İnsan kitap gibidir, Dostlar onun sayfalarından bazı şeyleri okumuşlarsa da, her kişinin gönlünde o kitabın okunmamış, okunamamış sayfalarında daha ne sırlar, ne bilinmeyenler vardır.. Sükût edeni hor görmemek gerekir. Bazı suskunlarda büyük bilgelik vardır.
Osman Nevres Efendi diyor ki,
Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle
Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ..
İster yazarken olsun, isterse konuşurken; sözün önünü ardını, nereye gideceğini, nelere sebep olabileceğini gözetmelisin. İyice düşünüp, aklımıza gelen on sözden birini söylemeliyiz. Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz demişler. Az ve öz konuşabilmek, yazabilmek başlıbaşına büyük bir hünerdir..
Şair beytinde değirmeni misâl vermiş. Adeta bütün kelimeleri değirmeni çağrıştırıyor. «Ağız» meselâ, değirmende de var. Aklımıza her esen ağzımızdan, kalemimizden çıkmamalı, tıpkı değirmencinin yaptığı gibi sen de gelenlere bak, hepsini değirmene alma. «Ön» ve «art» kelimeleri tahılın değirmene döküldüğü göz, hazne borusunun giriş ve çıkışı.. Dakîk, ekseriyetle mânevi mánâlar için pek ince, nâzik, kılı kırk yarmak anlamında. Fakat bir anlamıyla da «dakîk», un demek. (meselâ Unkapanı’nın eski adı «Kapandakîk» imiş..) Değirmenciye «onda bir» öğütme hakkı verilir. Yani on çuval öğütmüş ise bir çuvalı onun olur öğütme hakkı olarak. Tıpkı bunun gibi şair diyor ki, sen hakkını al, fazlasına göz dikme. Onda bir söyle ve o söylediğin de hayırlı olsun. Sonra sus. «Âsîyâb» yani değirmen gibi ol...
Edebiyat olmadan nasihat de olmaz, sıradan sözler de.. Edebiyatsız söz hem çirkin hem inciticidir. Baba evlâdına bile edebi sözlerle öğüt vermelidir. Eskiden bu incelik vardı ve pek yaygındı. Günümüzde ise, kaba ve görgüsüz insanlar giderek çoğalıyor. Zira Oktay Sinangil hocanın dile getirdiği «gönül» kirlendi, hálâ da kirletilmekte..
Ne büyük büyüklüğünü, ne küçük küçüklüğünü biliyor. Konuşma özürlü, görgü − âdab özürlü bir toplum olup çıktık. Televizyonlardan kültür (!) akıyor evlerimize… Ne kültürü mü? Afedersiniz pek yakışık almayacak edebden bahsedilen bir yazıda ama mecburum. Yine de üstü örtülü söyleyelim: Tıbbî adı, gaita (gayta). Evlerimize tv kanalizasyonlarından akan kültürün... «Gaita kültürü» yani...
* * *
Zaman Gazetesi giderek çirkinleşiyor... Marka Müslümanlarının dahi yapmayacağı şeyleri yapıyorlar. Hamiyyet ve haysiyet sahiplerinin bunları kabul edebilmesi mümkün değil. Şehid savcımız Mehmet Selim Kiraz’ın vücudundan 5 değil, 10 mermi çıkmış... Savcı iki ateş arasında kalmış... Sonra kendini yalanlarcasına “teröristler savcıyı kalkan yapmış olabilirler“ diyor. Diyor da diyor..
Tek şeyi demiyor. «Lâ’net olsun bu teröristlere..» Evet bir tek bunu demiyor haber. Oysa milletimizin yüreğine büyük bir kor gibi düşen bu elim hadisede polis elinden geleni fazlasıyla yapmıştır. Bu yüzden fazla bile beklediler demiştik yazımızda.
Keşke daha erken içeri dalıp teröristleri öldürmeyi deneseydiler. Beklemedikleri anda, verdikleri süreden önce operasyon yapılsa, belki savcımızı kurtarma şansı olabilirdi.. Polise bühtanda bulunmak, “polis kurşunu da isabet etmiş olabilir” imasında bulunmak, ne büyük haysiyetsizlik...
Habercilik ilginç bir detay bulup yayınlamaktan çok, halkın hissiyatına da tercüman olabilmektir. Bu düşünce iledir ki, bir zamanlar çok satan bir ceride TERCÜMAN ismiyle yayın yapıyordu. Ve yıllarca da o doğrultuda kalarak «milletin gazetesi» olmuştu. Şimdilerde paralelcilerde çalışan bir bayan tarafından o güzel ceridenin canına okunmuş, berhava edilmişti. Bu paralelciler hep aynı galiba.. 6 Nisan 2015