«Aday»lığa terfi edenlere ithaf ediyorum...
“Politika yolunda ilerledikçe gördüm ki, iktidar ateşten bir gömlekmiş” Adnan MENDERES.
Edep yahut terbiye bütün semavi dînlerin temel düsturu, ortak paydasıdır. En ekmel ve son dîn olan İslâm ise, edebe fevkalâde bir ehemmiyet takdir etmiştir. Öyle ki edeb, îmânın; yani dîni kabullenmenin ilk ve en büyük cüzü sayılmıştır. Hadis-i Şerif’te “Haya îmândan bir cüzdür” buyurulmuştur.
Edebin en büyük düşmanı ise, ihtirâstır. Muhteris, haya perdesi yırtılmış, sinsi ve ısırıcı bir kişiliğe sahiptir. Muhteris, sağlam değer yargılarına sahip değildir. Anasını boyayıp babasına satar. Her muhteris, farklı mikyaslarda olsa da makyavelisttir. Maksadı için en kerih, en iğrenç işleri yapmakta beis görmez. Ne kadarında beis görmeyeceği ise, ne kadar muhteris olduğu ile alâkalıdır.
Politik ihtirâsa gelince, bir kula musallat olabilecek en fena kötülük, en şiddetli belâdır. Merhum Adnan Menderes, «ateşten gömlek» sözüyle bu belâyı anlatmak istemişti. E, ne demişler? «Derdi yaşayan bilir» demişler. Bir zavallı memur karşısına geçip “başbakanım 1 lira zam yapsanız, çok perişanız..” dediğinde, “istemiyorsan çalışma, çalışacak çok kişi var” diyen oydu. Ümmet-i Muhammedi perişan edenler için koruma kanunu çıkaran da oydu.. Etme, bulma.. Men dakka dukka. Allah taksiratını affetsin, zalimce öldürüldüğü için inşa’allah şehid hükmünde yazılmıştır.
Polatkan ve Zorlu ile birlikte nahak yere idam edilmeleri, bir takım muhteris muhaliflerin politik ihtirâslarının getirdiği korkunç bir faciadır. İnönü’yü o “dediğim dedik, kestiğim kestik” devri sabıkının; millî şefliğin akabinde eşekten düşmekten beter eden 1950 seçim yenilgisi kudurtmuş, politik ihtirâsı gözünü kör etmişti.
Siyaset niçin kirlidir? Hayır, siyaset değil, politikadır kirli olan, ya da siyaseti kirleten. Kirlenenler de siyasilerin politikacılarıdır. Siyaset esasen yönetmektir. Ve yönetenler cemiyyetin en faziletlileri, en edeblileri en temizleri olmak mecburiyetindedirler. Siyaset Peygamber mesleğidir. Siyaset bu yönüyle, değil kirli, hattâ belki kutsal bir iştigal sahası. Onu kirletenler, siyaset değil, riyaset da’vâsı (baş olma, makam kapma peşindeki) ezik ve muhteris kişilerdir.
Yakın tarihimizi akılcı ve tarafsız incelemek zahmetine katlananlar takdir edeceklerdir ki, Türk milleti şu 90 küsur yılda tarihinin (her cihetten) en acı gerilemesini yaşamış, adeta tefessüh etmiştir. Bu tefessühün iftihar payı (!) ise, siyasilerin yani yönetici ekabirin, politikacı devlet ricâlinindir.
İslâm’ın kutlu ve mutlu iklimi terk edileli, ihtirâslar azmış, insan insanın kurdu haline gelmiştir. Komşusu açken tıka basa karın doyurup üzerine zoka cola devirenler, kendisine itimad eden, güvenen kardeşlerinin sırtına, omuzlarına basa basa yükselmeye çalışanlar, ülke ve milleti fakru zaruret içindeyken lüks yaşayanlar, beytülmâlı yani hazineyi talan edenler, “devletin malı deniz yemeyen domuz” zihniyet ve garabetindeki haramîler ve daha bir nice sülük ve silik şahsiyetler türetmişizdir. On yılda onbeş milyon genç... Anlat, anlat heyecanlı oluyor...
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık...” Malesef böyle değil paşa... Sayenizde yakın tarihimizin göğüs gere gere okunacak kaç mefahiri zuhur etti? İlimde mi terakki ettik? Bilimde mi ilerledik? Sporda, san’atta, teknolojide yahut ticarette mi? Silahlı Kuvvetler’imizi mi dünyanın en caydırıcı ordusu yaptık? Hálâ yüzde yüz yerli ve millî bir otomobilimiz bile yok!.. Hiçbir sahada hakiki mahiyette bir gelişme, büyüme yahut terakki yok!.. Sayenizde Batı’nın çöpe attığı kokuşmuşluğu toplayıp getiren izmarit toplayıcıların halet-i ruhiyesine büründük, bu zilleti de izzet sandık...
* * *
Bugünlerde aday adaylığından «aday»lığa terfi edenlerin heyecanlı hallerini izliyoruz. Gülersen senin de başına geliyor, hadîs-i şerîf’le sâbit. O yüzden kendimi zorla da olsa tutup gülmemeye çalışıyorum. Trajikomik bir durum. Melodram belki...
İhtirasların kör ettiği gözlerde karanlık saklıSiyaseti ihtirasların çirkefi haline getiren politikacılar bu karanlığı yayanlar.. Bu günkü siyaset sahnesinin de bu yüzden dünden pek farkı yok. Dekorlar, oyuncular değişiyor, sahnelenen oyun aynı...
Politika yolunda fazla ilerlememiş toy siyasetçiler ve sayın adaylarımız «ateşten gömlek»lerle henüz ünsiyet kuramadılar.. Tecrübeliler bilir. Bu «ateşten gömlek»ler yalnızca insanları siyaset meydanına (idam’a) taşımakla kalmaz, asıl ve daha fenası; ahiret ateşine (Cehennem’e) de sürükler.
“İktidar sonrası belirtilerinin tesirindeki insanlar garip şeyler yaparlar. Benim görüşümle, onların daha sonraki bir kaç aylık hayatları üzerine bir perde çekilmeli veya kendilerine anlayışlı bir müsamaha gösterilmeli. Söylediklerine veya yaptıklarına itibar edeceklerin bulunacağı bir iş yahut mevki bulmalıdır. İktidar sonrası devrenin tehlikelerini idrâk eden bazıları, bir müddet için yurt dışına çıkarlar. Theodore Roosevelt, başkanlıktan ayrıldıktan sonra Afrika’da dolaştı, avlandı. İki histen kendilerini kurtaran pek az insan vardır: Biri; büyüklüklerini, güçlerini gösterdikleri saatin artık geçtiğini şiddetli bir acı ile hissetmeleri ve aynı anda da geriye eski hayatlarına dönmek istemeleri. Diğeri; iktidar hiyerarşisinde kendisine halef olacaklara ve kendileri etrafında tedricen teşekkül eden gruplara husumet beslemeleridir..” (Adolf Berle; İktidar, Çeviren: Nejat Muallimoğlu, s: 71)
Adamın biri “ölüm bana yakın oldu” diyip iki evlâdını çağırmış yanına. “Size şöyle şöyle davranmanızı vasiyet ediyorum” filan dedikten sonra, “mal olarak şu üç küp altınım var” demiş. “Bu üç küpten birer tane kendinize alın. Diğer küpü ise, dünyanın en ahmak adamını bulup ona verin” demiş. Adam vefat edince vasiyetini yerine getirme telaşına düşmüş evlatlar. İki küpün işi kolay. Ya üçüncüsü? Dünyanın en ahmak adamı kim? Ve nasıl bulsunlar onu? Çaresiz aramaya başlamışlar. Kimi buldularsa az sonra, bilemedin bir gün sonra daha ahmağı ile karşılaşıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıyorlarmış.
Birgün yine böyle dolaşırlarken bir de ne görsünler? Büyükçe bir kalabalık; aralarında merkep üstünde biri ve adamcağıza gelen vuruyor, giden vuruyor. Her tarafına tenekeler bağlanmış, bir yandan yuhalanıyor, bir yandan dayak yiyor, bir yandan türlü maskaralıklarla aşağılanıyor. Adamın sesi çıkmıyor, boynu bükük. Yanlarına yaklaşıp, “kardeşim nedir bu adamın suçu, niçin böyle yapıyorsunuz?” demişler.
Kalabalık izah etmiş: “O bizim hükümdarımızdı, şimdi yerine başkası geçti. Bizde adet böyledir, her iktidar değişikliğinde eski hükümdarı ona husumeti olanlar böyle rezil eder, öldürmeyiz ama rüsvay ederiz..” İki kardeş birbirlerine sevinçle bakmışlar ve bir ağızdan haykırmışlar: “Aradığımızı bulduk!..” Ve hemen bu adamcağızın halefi hükümdarın yanına varıp küpü vermişler. Hükümdar “niçin veriyorsunuz, ben niçin bu altınlara hak kazanmış olayım?” diye sormuş. Kardeşler baba vasiyetini anlatmış ve “Senden ahmağını nasıl bulacağız; az önce selefini gördük, hükümdarlığın bitince aynı hale geleceğini bile bile kabul etmişsin” deyip ayrılmışlar huzurdan..
Kıssadan hisse... Bakanlık, başkanlık v.s dünya koltukları için el etek öpenlere, şeref ve izzetini ayaklar altına seren, müstabel politikacılara ithaf olunur.
Hazreti Ömer (r.a) halifelik günlerinden bir gün, sahabe arkadaşı Selmân-ı Farisî’ye (r.a) sorar: “Ya Selman ben hükümdar mıyım, yoksa halife mi?” Selmân (r.a) tebessüm eder ve şöyle der: “Ya Ömer, Allah’tan korkar, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti, şeriati üzere devam edersen; emanetleri yerli yerinde harcar, adaletten ayrılmaz isen, sen halifesin... Aksini yaptığın zaman hükümdar!”
Atatürk ilkelerine sadık kalacağına yemin edenlerin Hz. Ömer (r.a) ile Selmân (r.a) arasında geçen bu ibretli muhavereyi akıllarında tutmalarını istesem?