Haberlerin Tahkik Edilmesi Farzdır
Mukaddes emaneti yüklenen insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi, şeytanın telkinlerine kulak vermesi, dünyevi ihtirasa kapılması ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşrû yollara tevessül etmesidir. Hevâlarını ilâh edinen müstekbirlerin, yalan haberlerin yayılmasına ve propagandaya önem verdikleri malûmdur. Bazı halkla ilişkiler uzmanları propagandayı “insanların zihinlerini ve kalplerini belirli bir anlayışa/yoruma hapsetme sanatı” olarak tarif etmektedirler. Siyasi literatürde soğuk savaş terimiyle de ifade edilen siyasi mücadele propagandaya dayanan bir hadisedir. İmam-ı Taberi “Tarihû’l Ümem ve’l Mülûk” isimli eserinde; “Sıffîn Savaşı“ esnasında, asi ve bâğîlerin uydurduğu ve yaydığı yalanlar üzerinde durmuştur. Bunlardan birisi şudur: “Hz. Ali’nin (ra) emrinde ve Basra’lılardan müteşekkil kuvvetlerin başında savaşan Haşim b. Utbe b. Ebi Vakkas; savaş esnasında Suriye ordusundan bir askerin, “Hz. Osman’ın (ra) dininden olduğunu ve mel’ûn Ali’nin Osman’ı öldürdüğünü” iddia eden beyitler söyleyerek savaştığına şahit olur. Askere “söylediği bu sözlerin ahirette azaba vesile olacağını ve Allah’ın (cc) huzurunda bunun hesabını veremiyeceğini” hatırlatınca, asker şu cevabı vermiştir: “Bana anlatıldığına göre Ali b. Ebi Talip namaz kılmıyormuş!.. Siz de namaz kılmıyormuşsunuz. Sizinle savaşmamın sebebi budur” Haşim b. Utbe b. Ebi Vakkas, Suriye’li askere “Hz. Ali’nin Resûlullah’ın (sav) arkasında ilk namaz kılan kimse olduğunu ve her gece teheccüd namazı kıldığını“ izah edince, Suriye’li asker tevbe eder ve Hz. Ali’nin (ra) ordusuna katılır. Yalan habere dayanan “Hz. Ali’nin namaz kılmadığı ve Hz. Osman’ı öldürttüğü” propagandasının nelere sebeb olduğunu kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. İnsanların rızasına ve hukukun üstünlüğüne dayanan hilâfet nizamı ortadan kaldırılmış, totaliter saltanat rejimi ön plâna çıkmıştır. Bu tesbitten sonra, haberlerin tahkiki meselesine gecebiliriz.
İnsanların yaşadıkları ülkede ve dünyada meydana gelen hadiseleri ögrenmek için bütün imkanlarını kullandıklarını söyleyebiliriz. Haberleşme (iletişim) teknolojisinin hızla ilerlemesi, dünyayı küçük bir köy haline getirmiştir. Ancak yayınlanan haberlerin mahiyetini, kim tarafından ve hangi gayeye matûf olarak yayıldığını tahkik etmekte fayda vardır. Günümüzde değişik vasıtalarla yayılan haberler, müslümanların birbirlerini ile olan münasebetlerine tesir etmektedir. Bu noktada bir inceliğe işaret etmekte fayda vardır. Bir müslümana göre, bütün din kardeşlerinin iyiliği sabittir. Zira Allahû Teâla’nın (c.c.) teklif ettiği mukaddes emaneti yüklenen her mükellef, yeryüsünde Allah’ın halifesidir. Şüphe halinde dahi, bir müslümanın, diğer kardeşinin lehine şehadette bulunması gerekir. İmam-ı Kasani, şüphe terimini tarif ederken “sabit olmadığı halde, sabite çok benzeyen bir durum”(1) ifadesini kullanmıştır. Bu ifadenin keyfiyeti üzerinde iyi düşünülmesi gerekir. Günümüzde; bırakalım sabite çok benzemeyi, hayal ve vehimlerle bile, mü’minlerin birbirlerini suçladıklarına şahit oluyoruz.
Zalim politikanın ve sivil din anlayışının etkisinde kalan Müslümanların, yaylan haberlere dayanarak birbirlerine eziyet ettiklerini söylemek mümkündür. Bütün muteber kaynaklarda, ilim elde etmenin yollarından birisi de sadık (doğru) haber olduğu ifade edilmiştir. Fasık olan kimselerin yaydıkları haberlere itibar etmenin caiz olmadığı da muhkem nassla haber verilmiştir: “Ey iman edenler!.. Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onu tahkik edin. (Yoksa) Bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz.”(El Hucurât Sûresi: 6) Bu âyetin sebebi nüzûlü; Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v.) Velid b. Ukbe’yi (r.a.) Ben-i Mustalık’a zekât için elçi göndermesi ve bu arada cereyan eden hadiselerdir.(2) Âyet-i Kerime’nin hükmü, umumi bir beyanın ifadesidir. Mü’minlerin haberleri tahkik etmeleri şarttır. İmam Ebû Bekir El Cessas: “Âyette geçen tahkik edin emri, fâsıkın şehitliğinin kabul edilmemesinin delilidir. Çünkü şahitlik, bildiğini haber vermekten ibarettir. Fâsıkın şahitliği kabul edilmediği gibi, diğer haberleri de kabul edilmez.”(3) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir. Bu noktada “Fâsık Kimdir?” suali zihnimize takılabilir. Fasık terimi itikadi ve ameli keyfiyete haiz olan bazı halleri ifade için kullanılan vücûh bir terimdir. Arapça olan fısk, “Fe-Se-Ka” fiilinden masdardır. Fahruddin-i Razi: “Fısk, zararlı olan bir çıkıştır. Yaş hurma kabuğundan çıktığı zaman ‘fesagati’r-rutbetû’ denilir. Şeriat dilinde (ıstılâh olarak) fısk, Allah’a itaat etmekten çıkıp Allah’a karşı isyan etme haline girmekten ibarettir.”(4) diyerek, lugat ve ıstılahi manalarını izah etmiştir. Sahih-i Buhari Muhtasarı‘nda “Fısk lâfzı; hak yoldan çıkmak mânâsına, şer’i bir ıstılâhtır. Kehf Sûresi’nin 50. âyetinde‘Şeytan Rabbinin emrinden çıktı’(fesaka an emri rabbih) kavl-i şerifine göre, hûrucun mahiyeti umûmidir.”(5) hükmü kayıtlıdır.
Fısk felâketini, itikadi ve ameli olarak ikili tasnife tabi tutmak mümkündür. Önce itikadi keyfiyete haiz olan fısk terimi üzerinde duralım. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın indirdiği hükümleri inkar ve tahrif edenler için hem kafir, hem fasık kavramı kullanılmıştır: “Andolsun sana apaçık ayetler gönderdik. Onları fasıklardan başkası inkar etmez.”(El Bakara Sûresi:99) “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirindendir. (Onlar) Kötülüğü emrederler, iyilikten menederler ve ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular. O da onları unuttu. İşte onlar, fasıkların ta kendileridir.”(Et Tevbe Sûresi:67) İtikadi keyfiyete haiz olan fısk cinayetinin neticesi, ebedi azaba müstehak olmaktır ; “Fâsıkların barınakları ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler yine oraya geri döndürülürler ve onlara yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın.” (Es Secde Sûresi:20)
İslâm ahkâmını kabul etmekle birlikte, gayr-i meşrû işlerle meşgul olan mükellefin içinde bulunduğu hale ameli fısk denilir. Reddû’l-Muhtar’da; “Fâsık, doğru yoldan çıkan mânâsınadır. İhtimal ondan murad; içki içen, zina eden ve faiz yiyen gibi, büyük günahları irtikap edendir. Bercendî’de dahi böyle denilmiştir.”(6) hükmü kayıtlıdır. Muteber fıkıh kitaplarında “kimlerin şahidliğinin kabul edileceği veya edilmeyeceğini” izah edilirken, fâsık kavramı üzerinde durulmuştur. Meselâ: Dürerü’l Hükkam’da: “Faiz yiyen kimsenin şahidliği kabul edilmez. Zira o kimse faasıktır. Mebsut’ta “faiz yemekle şöhret bulmuş olması“ şart kılınmıştır. Çünkü ticaret ile uğraşanlar, akdi ifsat eden sebeblerden çok az kurtulurlar. Bunların hepsi faiz hükmündedir. Öyle ise şahidliğinin kabul edilmemesi için, faiz yemekle şöhrete ulaşmış olmasına dikkat edilir”(7) hükmüne yer verilmiştir.
Demokratik rejimlerde, kitlelerin belirli hedeflere yönlendirilmesi (propaganda) önemli ve belirleyici bir unsundur. Bilindiği gibi demokrasi kavramı; aralarında hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün vatandaşların katıldığı siyasi rejimi ifade için kullanılan bir kavramdır. Günümüzde “İnsanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur” ilkesini esas alan (seküler-lâik) ideolojiler, fitne ve fesadın kaynağı haline gelmiştir. Günümüzde halkı müslüman olan ülkelerin tamamında, haber kaynakları tağuti-siyasi iktidarın veya onlarla işbirligi yapan çevrelerin tekelindedir. Başta Filistin olmak üzere; istilâ altındaki bütün İslâm topraklarında, müstevlilere boyun eğmeyen kimseler “vatan haini veya radikal dinci” gibi sıfatlarla anılmaktadırlar. Son yıllarda müslümanları terörist ilân etme modası da yayılmıştır.Müslümanların zihinlerini karıştırabilmek için “İftira et!.. Tutmazsa izi kalır” anlayışını ön plâna çıkaran müstekbirler, müslümanlara gece-gündüz tuzak kurmakla meşguldürler. Müslümanların itikadi açıdan kafir olan fasıkların haberlerini derhal reddetmeleri şart olduğu gibi, sürekli haram işleyen fasıkların haberlerine de itibar etmemeleri şarttır. İslâmın temel hedeflerine hizmet niyetiyle biraraya gelen müslümanların; haberleri tahkik etme farzını edâ hususunda zaaf göstermemeleri şarttır. (Misak Dergisi)
(1) İmam-ı Kasani- El Bedaiû’s Senai Fi Tertibi’ş Şerai-Beyrut: 1974 C:7 Sh:34.
(2) Muhammed Ali Sabuni- Ahkâm Tefsiri- İst: 1984 C:2 Sh: 393, Ayrıca İbn-i Kesir- Tefsirû’l Kur’ani’l Aziym- Beyrut: 1969 C:4 Sh:209
(3) İmam Ebû Bekr El Cessas- El Ahkâmû’l Kur’an-Beyrut: 1331 C:3 Sh:398
(4) İmam Fahrüddin-i Razi- Mafatihû’l Gayb (Tefsir-i Kebir) Ank:1988 C:3 Sh:29
(5) Abdi’l Latifiz Zebidi- Sahih-i Buhari Muhtasarı/Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi-Ank:1975 C:12 Sh: 137
(6) İbn-i Abidin-Reddü’l Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar- İst:1983 C:2 Sh: 408
(7) Molla Hüsrev- Dürerû’l Hükkam –İst: 1307 C:2 Sh:381
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.