Ermeni Soykırımı Bir Tarih Dedikosudur
Tarihçi değilim. Zaten belgeleriyle bir «Ermeni Meselesi ve Soykırım Hezeyanı» makalesi yazacak da değilim. Fakat tarihin de bir çok ilmin de bedîhiyyât alanı vardır.
Bedîhiyyât (البديهيّات) aklın hiçbir delile ihtiyaç duymaksızın kolayca kabul ettiği maruf şeyler anlamına gelen mantık terimi. İki kere iki dört eder. Matematikçi olmaya ne hacet? Delil de istemez, kimse hadi bunu ispat et de diyemez. Tarihte de, diğer ilim dallarında da böyle sahalar vardır.
Meselâ bir yerde kalkıp “Kanunî Sultan Süleyman Han yetersizdi, delinin tekiydi” falan derseniz herkes size kıçıyla güler. Ermeni tehcirine «soykırım» diyenlere de aynı muameleyi yapmak lazım.. Fakat yapamıyoruz... İslâm dünyasının bir halifesi yok, onların bir Papa’sı var ve adamın da, ağzı var konuşuyor.
Papa Francesco, selefi Papa 16. Benediktus’un yaptığı gibi İslâm Peygamberine (s.a.v) Bizans İmparatoru II. Manuel Palaiologos'a atfedilen bir sözle hakaret etmiyor, bilâkis, «Charlie Hebdo saldırısı» sonrasında İslâm Peygamberine (salat ve selam olsun ona) hakaret eden dergiye ve onu savunanlara çıkışıyordu. Ümmetçe alkışladık.
Papa Francis “Düşünceyi ifade etmenin bazı sınırları vardır. Özellikle bir insanın inancına hakaret edilmesi ya da alay edilmesi durumunda..” dedi. Verdiği örnek de çarpıcı idi.. “Eğer iyi arkadaşım Dr. Gasparri anneme küfrederse bir yumruk yemeyi bekleyebilir. Bu çok normaldir. Kimseyi provoke edemezsiniz. Kimsenin inançlarına hakaret edemezsiniz. Kimsenin inançlarını dalga konusu yapamazsınız..”
İslâm alemine bu rezil derginin yaptığı hakaret sonrasında (teröristçe 12 insanı öldürmek yanlış da olsa) böyle bir saldırının beklenmesi gerektiğini ima etmiş ve kendi dünyasından da büyük tepki almıştı. İslâm dünyası olarak, çok beğenmiştik bu yapıcı konuşmayı. Yanında olsak milletçe alkışlardık.. (Aman nerden de dilime dolandı bu alkış, reklâmların çok mu etkisinde kalıyorum?)
Hatırlayanlar olacaktır, habervaktim’deki «Müslümanların Bir Halifesi Olsa..» başlıklı ilk yazımda da Papa Francis’ten bahsetmiştim.
Fakat aynı Papa Frencesco cenabları, şimdi de kalkmış, ermeni tehciri için “20’nci yüzyılın ilk büyük soykırımı idi” diyor.Buna sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın «hayır öyle değil, bu sözler hakikati yansıtmıyor» diye itiraz etmesi lazımdı. Etmediler, edemediler.
Dünya Ermeni’lerin tezini yalanlayamıyor. Zira işin muhatabı olan biz, bu tezi sağlam belgelerle tam olarak çürütecek bir büyük ilmî raporu hálâ hazırlayabilmiş değiliz.
Birkaç tarihçi konuşuyor, dayandıkları bir çok belge de var ama bunlar yeterli değil. Evet, bu işin bir soykırım falan olmadığı, öyle bir buçuk milyon ermeninin falan ölmediği, en fazla onbin civarında ölenlerin de Hitlervarî bir şekilde bizim tarafımızdan öldürülmediği, tehcir zorlukları ve hastalıklar nedeniyle öldükleri bir bedihiyyât ama iş artık öyle bir hale geldi ki, bu en açık gerçeği dahi kimse göremiyor!
Malûm, Avrupa’da bazı ülkeler bu tarihî olaya «soykırım» dememeyi kanunen suç haline bile getirdiler.. Düşünce özgürlüğü vardı Avrupa’da öyle mi? Hale bakın, Avrupa bağnazlığı bile göze almış ermeniler için. Yani dostlar atı alan Üsküdar’ı geçti. Ermeni tezi canevinden vurulmadıkça başımız ağrımaya devam edecek, hattâ belki gün gelip ermenilere tazminat ödeme durumuna bile gelebileceğiz.
Ermenistan’ın başındaki eski militan Sarkisyan, ardını Papa’ya dayayıp bize kıs kıs gülerken Karabağ’da yaptıkları katliamı dünyadan gizlemeyi de başarıyor, Türkiye’ye olan düşmanlığını dünya kamuoyuna enjekte etmeyi de sürdürüyor..
Gerçek tarih artık konuşturulmalıdır. Peki kim konuşturacak? Biz değil elbette. Tarihi tarihçi konuşturur. İlber Ortaylı meselâ. Engin Ardıç’la polemik yapacağına bu işe soyunsa ya... Çok iyi tarihçilerimizden bir heyet kursalar. “Ermeniler 518 bin türkü katletti” diyen eski TTK başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun da içinde olduğu güçlü bir ekip... Devlet onlara bütün kaynaklarını açmayacak mı? Yaptılar da durduran mı oldu?
Ermenilerin Osmanlı imparatorluğu içinde yaşadıkları beş yüz yıl onların altın çağı idi. Bu dönemde askerlik yapmadıkları için, devletin tanıdığı haklarla ticaret yapmışlar, büyük çiftlikler kurarak zenginleşmişlerdi. Rahat ve huzur içinde yaşıyorlardı. Hattâ İkinci Meşrutiyet’ten sonra (1908) milletvekili olarak Meclisi Mebusan’da yer aldıkları gibi içlerinden bakanlık yapanlar bile vardı. Sonra rahat battı, kalleşlik yaptılar, tebayı sadıka oldu tebayı sabıka...
Peki ne oldu da, bunlar birden bire Osmanlı düşmanı kesildi, ülke içinde ve dışında bir çok terör olayı düzenlediler? Sonunda tehcir edilen bir halk durumuna nasıl geldiler? İşte Türkiye Üniversiteleri işe buradan başlayıp, onların Ruslarla bizi arkadan vurduklarını, Taşnak ve Hınçak terör örgütlerinin faaliyetlerini, tehcirin gerçekliğini, sonrasında ASALA ve PKK terör örgütlerine ulaşan serencamı en bariz delillerle ortaya koysunlar.. Öyle bir rapor oluştursunlar ki, ona Sarkisyanlar bile tek kelimelik bir itiraz yapamasın.. Yaparsa da komik duruma düşsün.
Çarpıcı bir misâl olsun diye – haşa, sümme haşa− diyerek zikrediyorum. Peygamberimizin âilesinden validelerimizin yaşca en küçüğü olan hazreti Aişe (radiyallahu anha) adi bir iftiraya mâruz kalmıştı.. Bazı densiz münafıklar bunu yaymaya başladıklarında Allah, üzüntü içindeki Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiyle destek vermiş, âyetlerle yalanlamıştı o menhus iftirayı.. Validemiz Hz. Aişe’nin (r.anha) temizliği de çok açık bir hakikatti, isbata delile ihtiyaç yoktu ama Allah münafıkların yalanlarını kökünden çürüttü, onun temizliğini bizzat duyurdu.
Demem o ki, bazı şeyler bize ne denli açık (bedihiyyâttan) görünürse görünsün, kalplerinde maraz olanlar onu kabul etmeyeceklerdir. İftiraya uğramış bir insan bunun şaşkınlığı ile iftira atanları adeta öldürmek ister. Nasıl yapmışlardır bu kadar büyük bir adiliği? O öyle şeyler yapacak adam mıdır? Elbette değildir, haklıdır ama herifleri mahkemeye verse, o mahkeme de delil ister. Her ne kadar müddei iddiasını isbat mecburiyetinde ise de, sen de mâsumluğunu iddia ediyorsun bunu isbat et derler, diyebilirler. İnsanoğlu böyledir. İyiler ve kötüler dünyasıdır bu dünya...
Asıl soykırımı bu rezil ermeniler biz Türklere yapmışlardı. Fotoğraflara bakmaya bile yürek dayanmıyor. En şen’i işkencelerle nice insanımızı, askerimizi öldürdüler. Köylerimizi, camilerimizi, hattâ hayvanlarımızı bile yaktı bu namussuzlar. Ama zeytinyağı gibi üste çıkmayı başaran da onlar. Hem suçlu hem güçlüler..
Muhterem okurlarım, değerli tarihçiler, muhterem ricâl-i devlet... Zurnanın zırt dediği yer de burasıdır. Suçluların güçlü olmasına mani olabilmek, zeytinyağı gibi üste çıkmalarına fırsat vermemek.
Tamam biz suçsuzuz, hattâ asıl suçlu onlar ama 1915’in yüzüncü yılında bu tür şeyleri yapacaklarını on yıllardır bilmemiz ve şimdiye kadar çoktan dünyaca kabul görecek raporlar yayınlamamız gerekirdi. Bırakın raporu yahu bir tek sinema filmi bile yapılmadı. Bu kadar pısırıklık, uyuşukluk olmaz ki.. Masumiyetiniz için âyet mi bekliyorsunuz?
Bu iş öyle Papa’nın elçisini çitilemekle de olmaz. Dışişleri “Papa'nın açıklamalarıyla hayal kırıklığına uğradık.. Türkiye'de verdiği barış mesajlarıyla çelişiyor..” demiş büyükelçiye. İyi de Papa, hristiyan. Ermeniler de öyle.
Üstelik, sizin bir halifeniz yok ki, o da çıkıp aksini söylesin... Görüyorsunuz işte, hem işimiz çok zor, hem böyle boş boş oturuyoruz.. 13 Nisan 2015