«T.C.» selfie’si..
Biz Türkleri anlatan hayli veciz söz var. Kızıyoruz ama hakikat payı da var bunların.. «Türkün aklı ya kaçarken ya sı....ken başına gelir»den tutun da «Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir..» sözüne kadar yüzlerce mütearif laf..
Aslında «Atı alan Üsküdar’ı geçti..» sözü de bizi anlatıyor. Biz iş işten geçtikten sonra (bade harabül Basra) harekete geçen, tedbir konusunda hayli tembel bir milletiz. Önce yumruk yer, kavgaya sonra gireriz... Hoş girince de biiznillah o yumruk bahşiş gibi kalır, hasmın canını çıkarırız ama nedense hep ilk yumruğu biz yeriz...
Yahu bu kalleş şerefsizlerin 24 Nisan 2015’i bekleyip durdukları, bu uydurma «soysuzkırım»ın yüzüncü yılında dünyayı velveleye verecekleri, daha doğrusu en büyük kozlarını bu tarihe yakın günlerde oynayacakları belli değil miydi?
Kâhin olmaya mı gerek vardı? Biraz ciddî olsaydık, biraz zahmetli araştırmalar yapsaydık bütün bunlar gerçekleşemez, ne Papa ne AP bu «soysuzkırım»ı telafuz dahi edemezlerdi..
Avrupa Parlamentosu’nun aldığı kararın bir hükmü yokmuş... Bu karar bizi bağlamazmış, şiddetle reddediyormuşuz, yaptıkları Avrupa’ya yakışmamışmış..
Geçin efendiler, geçin. Golü yediniz. İtiraz edecek bir merciniz de yok... Hakemi olmayan bir maç bu. Binaen’aleyh golü saymıyoruz demenin mánâsı yok..
Adamlar golü attı ve biz sadece seyrettik.. Gol göstere göstere gelirken savunmayı boş bıraktık, hattâ kale arkasında selfie çektirmekle meşgul olduk... Selfie çektirmek de nereden çıktı, devlet selfile mi çekermiş diyeceksiniz? Anlatayım:
Türkiye büyük bir ülkedir... Türkiye kuru gürültüye pabuç bırakmaz... Türkiye şöyle kudretlidir, böyle bir noktaya gelmiştir, şöyle kahhar böyle büyük ülkeyiz... İyi de bunlar sıradan günlerde moral arttırmak için yapılan cinsten değil, böyle zamanlarda acı acı söylenen sözler olunca maalesef sadece selfie çekmektir, «T.C. selfie’si..»
Yani kendi kendine kasılmak... «Özkasılmak»tır selfie. Yeri gelmişken... Psikiyatr falan olsaydım bu selfie bahsinde bir kitap bile yazardım. «Çağın hastalıklarından selfie ve selfiecilerin halet-i ruhiyesi..»
Haşaratın elinde iki tane doğru dürüst vesika bile yok ama Papa’lığa «soykırım» dedirttiler, ardından da Avrupa Parlamentosu’ndan aleyhimizde karar çıkarttılar. Biz hálâ çene yapıyoruz. Bir de TBMM’den sert tepki, ....çok sert soykırım çıkışı.. falan yazmıyorlar mı? Bu saatten sonra tepki versen ne, vermesen ne olur kardeşim?
İslâm âleminin bir halifesi bile yok ki, o da çıkıp «Soykırım kocaman bir yalandır. Ortada soykırım değil, soysuz iftiralar vardır.. Asıl vahşet ehli, bizzatihi onlardır. Ermenilerden daha hain, daha kalleş, daha cani bir millet yoktur..» desin.
* * *
Madalyonun öteki yüzü daha feci. Türkiye on yıllardır Avrupa Birliği’ne karşılıksız bir aşkla tutkun, kapılarında dilenci gibi yalvarmak suretiyle kapıkulu askerliği yapıyor.
Hiç unutmam, 80’li yılların sonuydu. ANAP iktidarı zamanında idi. Merhum Turgut Özal’ın prenslerinden, ekonomiden sorumlu devlet bakanı Işın Çelebi ve diğer ANAP’lı vekiller, hattâ muhalefet partisinden de milletvekilleri falan, bir tv programında kan ter içinde tartışıyorlardı. Tartışmada üzerinde en fazla durulan ise «ingilizce bir kelime» idi.
AB’den Türkiye’ye verilen son mektupta «bir kelime» varmış. Bu kelime üzerinde, filologlar (betikbilimciler, dil bilimciler) gibi, etimolojisinden tutun da hangi lügatte ne mánâ verildiğine kadar konuşuyor ve sonra hep birlikte sevinçle, «tamam tamam işte anlaşılıyor ki, bizi Avrupa Birliği’ne alacaklar...» falan diyorlardı...
Hırsımdan ağlayacaktım... “Biz bu zillete düşecek millet miydik ya Rabbi? Ey Allah’ım bu insanlara akıl fikir ver...” diyerek sadrıma yumruklar atıyordum...
AB mektubunda geçen «eligible» (uygun, katılabilir) kelimesi miydi yoksa «ineligible» (uygun değil, katılamaz) kelimesi miydi tam hatırlamıyorum. Tartışıyorlar ve «bu kelimeyi kullandıklarına göre “sizi almayacağız” diye kesin bir hüküm belirtmiyorlar, alabilme ihtimalini açık tutuyorlar» mihverli abuk bir muhavere cereyan ediyordu...
Kerli ferli adamlar, «hasta adam» zillet ve hakaretinden daha aşağılık bir halet-i ruhiye ile Avrupa’ya, hattâ tüm hristiyan âlemine Türkiye’yi böyle rezil ediyorlardı...
Ve.. işte gün geldi maşukumuzun ne mal olduğu ortaya çıktı... AB bu işte, şimdi anladınız mı? Bin defa söylendi, yazıldı çizildi ama dinleyen kim? Beyler bayanlar, AB bir hristiyan kulübüdür ve ermeniler de hristiyandır. Biz “hayır biz artık lâikiz” diyerek inkâr da etsek onların gözünde hálâ Müslümanız. İt itin kuyruğuna basar mı?
Bu bahsin son sözü: Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, «Uluslararası zeminde 100. yıl dolayısıyla çok ciddî hazırlıklar yapıldığı anlaşılıyor.» demiş. Günaydın, sabah-ı şerifleriniz hayr olsun efendim...
* * *
Üstad Mehmet Şevket Eygi’nin «Din Düşmanlarını Destekleyen Müslümanlar» başlıklı yazısı fevkalâde mühim ve hikmetli bir yazıdır.. Ak Parti seçim işleri sorumlularının yerinde olsam bu yazıyı milyonlarca bastırır, köy köy, kasaba kasaba, mahalle mahalle posta kutularına attırırdım.
Fakat Ak Parti bu işleri yapmaz... Daha doğrusu yapamaz... Yani durum bana öyle görünüyor. Yine de “inşa’allah yaparlar” niyazında bulunuyorum.
Maalesef Ak Parti’deki «okuyanlar» takımı hoca Ahmet Davutoğlu zamanında artacak yerde azaldı. Oysa üniversite hocası da olan ve hakikaten sevip saydığım muhterem başbakanın zamanında «okuyanların» sayısında ciddî bir yükselme olmalıydı. Oysa yine «konuşanlar, gevezelik edenler» çoğunlukta.
Eygi üstad, “Bendeniz Müslüman bir yazar olarak, şunu veya bunu destekleyin demiyorum. İslâm ve Müslüman düşmanlarını desteklemeyin diyorum. Bir Müslümanın İslâm düşmanlarını desteklemesi intihardır..” gibi şeyler söylüyor. Kısa bir yazı ama muhteviyatı Türkiye kadar büyük. Bu yazıyı mutlaka ama mutlaka okuyunuz. Cuma’nız mübarek olsun efendim.. 17 Nisan 2015