Düşünce Hürriyeti, Muhalefet ve İsyan Üzerine Notlar
Bazı İslâmi kaynaklarda ‘hakikate uygun olan bilgiye ilim denilir’ tarifine yer verilmiştir. İlim ile düşünce (fikir) arasındaki münasebeti inkâr etmek kolay değildir. Duyu organlarının faaliyetleri ve akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgilerin/fikirlerin, doğru veya yanlış olma ihtimali vardır. Tefekküre, tezekküre, tevehhüme ve sezgiye dayanan düşünceler ile hakikat arasındaki münasebetin, değişik açılardan tahlil edilmesi gerekir. Bazı kaynaklarda, hakikate uygun olan ve akıl yürütme yoluyla elde edilen fikirler ‘hikmet’ kavramıyla ifade edilmiştir. İmam Ragib El İsfehanî “Akılla, hakikat olanı tesbit etme kabiliyetine hikmet denilir” tarifini yapmıştır.”(1) Muhkem nassla sabit olmayan siyasi, hukuki, ahlâki ve içtimâi meselelerle ilgili olan fikirler, izafi bir değere haizdir. Hatta iktidar sahiplerine muhalefet eden bir kimselerin, onlar için zararlı olabilecek düşünceleri/fikirleri ifade etmeleri de mümkündür. Bunu önlemenin yolu, muhalif olan kimseleri susturmak değildir.
Modern siyasi literatürde önemli yeri olan “muhalefet” kavramı ile İslâmi kaynaklarda yer alan ‘Hilâfiyat İlmi’ birbirinden farklı keyfiyeti ifade ederler. Arapçada, siyasi anlamda kullanılan muhalefet terimi yerine “mu’ârada” kelimesi kullanılmıştır. Mu’ârada “karşılık verme, müzakere, tenkit, karşı görüş belirtme ve reddetme” gibi anlamlara gelir.(2) Terim olarak da çok benzer bir şekilde “tenkit, sorgulama ve görüş ayrılığı” demektir. Günümüzde her türlü muhalif hareket ve düşünce, iktidarda olmayanların halini ifade için kullanılmaktadır. Siyasi muhalefet ile silahlı mücadele birbirinden farklı hadiselerdir. İslâm Fıkhı’nda, iktidarı (sultayı) ele geçirmek için verilen silahlı mücadele, bağy kavramıyla ifade edilmiştir. Arapça olan “Bağy “kelimesi lazım (geçişsiz) olarak kullanıldığı zaman:”Haddi aşmak, ihtirasla saldırmak, nefsine zulmetmek veya başkalarının haklarına tecavüzde bulunmak” gibi manâlara gelir. Bir mükellefin hukuku hafife alması veya haram işlemesi, ferdi plânda ortaya çıkan bağy hükmündedir. Bağy terimi, müteaddi (geçişli) olarak kullanıldığı zaman “iktidarı talep etmeyi veya talep hususunda aşırı gitmeyi” ifade eder. Dürri’l Muhtar’da:”Bağy lûgatta talep manasınadır. “İşte bizim talep ettiğimiz, istediğimiz bu idi.” (El Kehf Sûresi: 64) ayet-i kerimesinde bu mahiyette kullanılmıştır. Örfte ise cevr ve zulüm gibi, yapılması helâl olmayan bir şeyi istemektir’ (3) hükmü kayıtlıdır. Adil olan bir halifenin velayetine son vermek niyetiyle ve yanlış bir tevil sonucunda, silâhlı mücadeleye başlayan kimselere bağyi denilir. İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre; meşru halifeye ve onun âdil hükümetine karşı çıkan, zamanın imamını kınayan, hatta öldüreceğini söyleyen kimseye; bu muhalefetinden dolayı (fiilen silahlı mücadeleye başlamadığı müddetçe ) herhangi bir ceza verilemez. Zira davranışı hatalı bile olsa, sözle sınırlı kalan bir tehdittir. Bu görüşünü, Halife Hz. Ali’nin (ra) tatbikatını misal vererek açıklamıştır. Emirü’l mü’minin Hz. Ali (ra) zamanında fitnenin yayıldığı bir dönemde; Küfe’de kendisini kınayan, eleştiren ve içlerinden birinin “Yemin olsun ki onu öldüreceğim” dediği sabit olan beş kişilik bir grup yakalanmıştır. Yakalananlar arasında kendisini öldürmeye yemin eden kimse de vardır. Halife Hz. Ali (ra) onların serbest bırakılmalarını emretmiştir. Şurta amirinin, kendisine hitaben “Ey mü’minlerin emiri!.. Seni öldüreceğine yemin eden bu adamı da serbest mi bırakalım ?”sualini sorması üzerine, Hz. Ali (ra) “Beni öldürmeye azm etmiş olabilir. Ancak öldürmediğini görüyorsun. İşlemediği bir suçtan dolayı kimseye ceza verilemez” diyerek, tehdidi aşırı bir muhalefet olarak değerlendirmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanîfe, hayatı boyunca insanların düşünce hürriyetlerini ve siyasi tercih haklarını savunmuştur. Muhalifleri onu, rey ekolünün kurucusu ilân etmelerinin bir sebebi de budur. (4)
İnsanın düşüncelerini ifade hakkı, fıtratının zaruri bir sonucudur. Her insanın, yüklendiği emânet ve kendine tevdi edilen hilâfet vazifesi çerçevesinde, şahsî hürriyetin korunması şarttır. Meselâ: Meşru bir sebeb olmadığı müddetçe, akıllı olan bir insanın tasarruflarının kısıtlanması caiz değildir. Şahsî hürriyete saygı gösterilmesi, fert ile toplum arasındaki münasebetin, bu esasa göre şekillendirilmesi zaruridir. İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye göre; müslümanlar için düşünce ve muhalefet hürriyeti, sadece hak değil, aynı zamanda vazife hükmündedir. Bu hakkın ve vazifenin dinin aslı olduğunu savunmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye göre, devletin meşruiyetinin zaruri şartı adâlete riayettir. Devlet reisinin ileri sürdüğü şartlar hukuka uygun değilse, hiçbir değere haiz değildir. İmam-ı Azam Ebu Hanife bu hakikati, zamanın sultanına tebliğ etmekten çekinmemiştir. Hadise şudur: 765 yılında (Hicri: 149) Musul halkı, sultana isyan etmiştir. Abbasî halifesi Mansur, daha önceki ayaklanmalarında “Bir daha isyan ederlerse, kanlarının ve mallarının kendisine helal olacağına” dair Musul halkından söz almıştır. İkinci defa ayaklanınca sultan Mansur, aralarında İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin de bulunduğu, dönemin fakihlerini çağırmış ve bu anlaşmaya göre kanlarının ve mallarının kendisine helal olup-olmadığına dair fetva istemiştir. Mecliste hazır bulunan bazı fakihler; anlaşmaya dayanarak, “Affedersen, bu senin merhametinin bir eseridir. Cezalandırırsan hak ettiklerinden dolayıdır” görüşünü ifade etmişlerdir Ebu Hanife’nin cevap vermemesi ve susmayı tercih etmesi, sultanın dikkatini çekmiştir. Sultan Mansur, İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye “Hoca efendi, sen ne dersin?” sualini sorma ihtiyacını hissetmiştir. İmam-ı Azam Ebû Hanife, bu suale şu cevabı vermiştir: “Onlar sana, hakları olmayan (kanlarıyla ilgili) bir söz vermişlerdir. Can konusunda cömertlik veya mübahlık sözkonusu değildir. Sen de onlara hakkın olmayan bir şart koşmuşsun. Çünkü, müslümanın kanı ancak üç sebeple helal olur. Şayet bir kadın kendisini nikâhsız olarak bir adama helâl kılsa, bu helâl olur mu?” Mansur, “Hayır” cevabını verince, Ebu Hanife Sultana “Musul halkından elini çek, onların kanları sana helâl değildir” diyerek, görüşünü ortaya koymuştur. Abbasi halifesi Mansur, aldığı bu cevaptan hoşnut olmamış, fakat doğru olduğuna kanaat getirmiştir. Mecliste bulunan diğer fakihlerin dağılmasından sonra, İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye (rh.a) hitaben “Dediğin doğru. Şimdi memleketine dön ve imamını lekeleyecek bu fetvayı insanlara anlatma!.. Eğer anlatırsan, imamına karşı isyan edenlere ruhsat vermiş olursun’ (5) demiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a); insanların düşünce hürriyetlerini ve muhalefet haklarını, yanlış bir karar verdiği zaman mahkeme reislerine (kadılara) karşı kullanmalarının da zaruri olduğu kanaatindedir. Hatalı, eksik veya yanlış olan mahkeme kararlarının tenkit edilmesi, adâletin ihyası için zaruridir. Çünkü İmam-ı Azam’a göre, kaza makamına saygının anlamı “onların doğru olmayan kararlarını” tasdik etmek değildir. Aksine adâlete olan güven, hakikate uygun olan hükümlerin tesbiti ve yanlış olan mahkeme kararlarının tashihiyle sağlanabilir. Bu tutumundan dolayısıyla İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a); Sultanın emriyle, bir süre için fetva vermekten alıkonulmuştur. (6)
Hilâfet nizamı sadece mü’minlerin değil, zimmet ehli olan gayr-i müslimlerin de haklarını koruyan bir nizamdır. Millet sistemi, gayr-i müslimlerin kendi aralarındaki ihtilâflarını, kendi içlerinden seçtikleri (Papaz, Haham vs) birisinin huzurunda çözülmesini beraberinde getiren bir sistemdir. Gayr-i meşrû ihtirasa kapılan iktidar sahiplerine muhalefet, adâletin ihyası, iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin önlenmesi için zaruri hale gelebilir. Emeviler ve Abbasiler döneminde; halen müntesipleri bulunan müctehid imamların tamamı, muhalefetin liderleri haline gelmiştir.
(1) Er-Ragib el-îsfehanî- El-Müfredât Fî Garibi’l-Kur’an-İst:1986 Sh: 126-127
(2) Nevin Abdulhalık Mustafa- İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet- İz Yayıncılık, Sh:46-47
(3) İbn-i Abidin- Reddü’l Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar- Ist:1983 C: 9 Sh:93.
(4) Geniş bilgi için/ Abdulhalîm El Cundî- Ebu HaVe’tnife Batâlû’l Hürriyyet Tesâmûh fi’l İslâm, Kahire; Dâru Sa’d Mtb. ty. (2 Baskı) Sh: 15 vd. Ayrıca Hamid Rebî- Et Turâsu’l İslâmî ve Vazîfetûh fi Binâi’n Nazariyyeti’s Siyâsiyye- Kahire: 1401 Sh:28 vd.
(5) İzzûddin İbn-i Esîr- El-Kâmil fi’t-Tarih-Kahire: 1247 C: 5 Sh: 25
(6) İmam Hatîbu’l-Bağdâdî- Tarihû’l Bağdad, Mısır: Matba’atu’s- Sa’âde, 1931. C:13 Sh:351
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.