Bize insan hekiminden daha lâzım baytar..
Üstad Mehmet Şevket Eygi’nin İstanbul’u anlatan (Millî Gazete – 16 Ekim 2009 Cuma tarihli ve «Bediüzzaman’a Selâm...» başlıklı, hálâ arşivimdeki) makalesinin «(İkinci yazı) «Azerbaycan’da Presspost Gazetesi» bölümünde okumuştum. “Şu yirmi milyonluk İstanbul, bir şehir olmaktan çıktı, dünyanın en büyük köyü haline geldi. Hattâ, dilim varmıyor ama yine de söyleyeyim, köylükten de çıktı, azim bir mezraa oldu” diyordu.
Başka bir yazısında da bunu izah sadedinde “köy, kasaba, şehir denilemez zira köylerde, kasabalarda, şehirlerde insanlar çoğunluktadır....” diyor ve gerisini sizin iz’anınıza bırakıyordu: «Bize insan hekiminden daha lâzım baytar»
* * *
Vahdet Gazetesi’nin promosyon olarak verdiği ve yazarlarından D. Mehmet Doğan tarafından hazırlanmış «Genç Safahat» kitabı (müellifi tarafından «Mehmet Akif’in ünlü şiir külliyatı Safahat’ın gençler için düzenlenmiş özü» olarak takdim edilmiş) çok güzel ve hayırlı bir iş oldu..
Evimde Ertuğrul Düzdağ’ın hazırladığı ve bir sayfasında Osmanlıca (öz, hakiki türkçe) harfli orjinal nüshası, karşı sayfasında latince yazılmışı yer alan Safahat olmasına rağmen iki adet aldım, çocuklarım da ben de istifade ediyoruz.
Orjinal büyük boy ciltli Safahat taşınamıyor ama bunu her yere götürebilir, otobüste, vapurda falan okuyabilirsiniz. Kitabın tek kusuru kitap hacminin büyümemesi gayesiyle olacak, küçük puntolarla yazılmış olması.
Mehmet Akif, ünlü Safahat’ının 6. Kitap, «Asım» bölümünde I. Dünya savaşı içinde ve Fatih yangınından önce, Hocazâde’nin (merhum Hoca Tahir Efendi’nin oğlu, Mehmet Akif) Sarıgüzel’deki evinde geçen konuşmalarda «Köse İmam»la (Merhum Hoca Tahir Efendi’nin talebesi Ali Şevki Hoca) yaptığı sohbetlerden birinde edebiyat, şiir, şairleri konu alan konuşmaları nazmederken, gûya Köse İmam’ın ağzından «Bize insan hekiminden daha lâzım baytar» der..
İstanbul’un haline bakıyorum... Rant, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık, mafya.. Ve Necip Fazıl gibi “Durun kalabalıklar” diyorum.. Sonra Akif’in «Bize insan hekiminden daha lâzım baytar» dizesi geliyor aklıma. Her yer betonlaştırılıyor, toprağa ayağımız basmayacak artık. Şehri, mezraa haline getirenler yaşalanlarının havasını bile yok etmişler. Oksijen kimya kitaplarında kalacak artık, ciğerlerimize çekemeyeceğiz..
İnsanlarda zerre kadar saygı, sevgi kalmamış. Otobüse biniyorsun saygısızlık.. Şoföründen yolcusana herkes bir acaib olmuş. Sokakta yürüyorsun mide bulandıran açıklıkta mübtezel kadınlar... Herkeste nefret, hoşgörü kalmamış..
* * *
Merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu hocanın Üsküdar Şakirin Camii’nde kılınacak cenaze namazı (ve defni) için gitmiştim. Camiye girerken biri bayan iki kişi vardı merdivenlerde. Sordum, “cenaze geldi mi?” diye. “Hayır biz de onu bekliyoruz” dedi erkek olan. Ben de “Cumhurbaşkanı da gelecekmiş diyorlar..” demiş oldum. Demez olaydım. Adam kadının kulağına eğilip “Tayyip de gelecekmiş” dedi. Oysa ben tahminimi söylemiştim. Kadın aniden bir çığlık attı, “gelemez olsun, trafik kazası geçirsin de gelemesin!...”
Yanına giderek, “hanımefendi bu yaptığınız ayıp ve günah” dedim. “Bir Müslüman böyle konuşmaz, başka bir Müslüman kardeşi için bedduâ etmek ayıp ve günahtır” diye ilâve ettim. Kadın “siz iki akrabayı mı dinliyorsunuz, hem biz kimden başka birinden bahsediyoruz..” filan dedi. Cevaben, “Ben aptal değilim hanımefendi hem sadece bir uyarı yaptım, madem ki Müslümansınız uyarmak istedim” dedim.
Kılığı kıyafeti çağdaş kesimden biri olduğunu ilân ediyordu. Başında yalandan bir örtü bile yoktu. Oysa cenazeye gelen sosyetik hanımların çoğu hiç değilse bir şalla yarım yamalak olsun örtmüşlerdi. Neyse, öğle namazını kıldık, ardından cenaze ile birlikte kabrin yanına gittik. Sinanoğlu hocanın Amerika’daki oğu da gelmişti. Babası için kabre girmesinin güzel olacağını söyledim ingilizce (hayatı türkçe dâvasına adamış merhumun oğlu, Türkçeyi tek kelime ile olsun bilmiyordu). Bir de ne göreyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bedduâ eden kadın tam da kabrin başında mevta için duâlar okuyor. Üstelik arapça orjinaliyle Esma’ül Hüsna duâları yapıyordu.
Çeşit çeşit kulları var Allah’ın...
* * *
«Bize insan hekiminden daha lâzım baytar» dedik ya. Malûm, Akif’in maişet mesleği baytarlıktı. Yani hayvan hekimliği... Merhum Akif, bahsettiğimiz şiirinde aslında baytarlıktan ziyade istihza ile bazı insanların hayvanlığına gönderme yapmaktaydı. Bir yandan mesleğini ortaya koyarken öte yandan bazılarının hayvanlar gibi laftan, nasihattan anlamadığına telmihte bulunuyordu..
Birgün baytarlık mesleğini hafife alan ve bu suretle kendisini küçük düşürmeye çalışan biri bir sohbette Akif’in edebiyatçılığı ile boy ölçüşemeyince bu eziklikle ona “bildiğim kadarıyla mesleğiniz baytarlıktı...” diyerek bir istihzada bulunmak ister. Akif nüktedan olduğu kadar hazırcevap. “Evet, elbette...” der. Ve adamı perişan eden lafı patlatır: “Bir rahatsızlığınız mı vardı?..”
Sanırım başta İstanbul olmak üzere Türkiye giderek baytarlık bir duruma sürükleniyor. İnsanî erdemlerin ne denli kaybolduğunu anlamak için büyük araştırmalar yapmaya bile gerek yok.
Biraz çıkıp dolaşın. Her kesimden insanlarla konuşun. Camilerin yüksek desibelle ezan, içeride Kur’ân tilaveti ve vaaz verilen hoparlörlerinden başlayın, dolmuşlarda, otobüslerde, vapurlardaki halimize bakın. Gençleri izleyin. Okulların önünde gezinin..
Tımarhanelik ve/veya baytarlık halimizi yakinen müşahade edeceksiniz. Kimseden kendimi yukarıya koymuyorum. Bendeniz de bu toplumun bir ferdi olarak ya tımarhaneliklerden ya da baytarlıklardanım. Yoksa iyot gibi açığa çıkardım. Ya resmî olarak raporlu deli, meczup ya da başka bir şekilde olurdum.. 28 Nisan 2015