İslamofobi ile Mücadelede Neredeyiz?
Sürekli yenilenen, mutasyona uğrayan ve süratle yayılan toplumsal bir kanser virüsü gibi İslamofobi. Meşrûiyeti hâlâ sorgulansa ve zaman zaman yerine başka kavramlar ikame edilmeye çalışılsa da birçok eylem ve söylemi kapsayan bir tür ‘çatı kavram’ hâline gelen İslamofobi, literatürde ve günlük dilde yaygın olarak kabul gördü. Kavramın tedavüle sokulması ve yayılmasında ayrı bir tuzak olup olmadığı tartışmalarından artık epey uzağız. İslam karşıtlığı (anti-İslam) sonucu türeyen, tarihi kökenleri olan ama bu yüzyılın son çeyreğinde kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle hızla yayılan bu ırkçılık mikrobu özellikle Batı toplumlarının bünyesinde yer etmesiyle küresel bir olguya dönüştü.
İslamofobi’nin ‘çok amaçlı’ kullanıma elverişli oluşu, İslam Dünyası’nın İslamofobi ile mücadelede sürdürülebilir, kurumsallaşmış, etkin ve küresel mekanizmaları henüz tesis edip işletememesi ve Soğuk Savaş sonrası küresel güç ve nüfuz mücadelesi sahasının Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyalarda, bilhassa Ortadoğu’da yoğunlaşması gibi faktörler küresel siyasi aktörler tarafından acımasızca istismar edildi.
Şüphesiz bu istismar sürecinde İslam ülkelerindeki yönetim biçimleri ve toplumsal tercihler, son yıllarda şiddeti artan DAİŞ, Boko Haram ve El Kaide gibi hükümet dışı aktörlerin ve terör örgütlerinin silahlı eylemleri küresel medya vesilesiyle tepe tepe kullanıldı. Bu sayede ontolojik olarak ‘ötekileştirme’ye oldukça müsait Batı toplumlarındaki ‘İslamofobik bilinç’ mutat olarak güncellendi.
Batı toplumları için korktukları, karşı oldukları, şüphelendikleri ve bir türlü hazmedemedikleri Müslümanlar artık çok uzakta olmadığı için bu ‘İslamofobik bilinç’ karşılıklı olarak ‘marjinal temsilcileri’ni doğurmakta gecikmedi; hatta bu temsilcilerin marifetiyle her geçen gün kurumsalllığı artan ve korkudan beslenen dehşet verici devasa bir endüstriye dönüştü.
Gerek azınlık halinde yaşayan ve bu korkunç İslamofobi endüstirisinin doğrudan mağduru olan Müslüman birey ve toplumlar gerekse çoğunluğu Müslüman olan İslam ülkeleri İslamofobi ile mücadelede anlama, anlamlandırma ve temennilerin ötesine büyük oranda geçemediler. Bunda son yıllarda daha çok gün yüzüne çıkan radikal örgütler ve bu örgütlerin Batı toplumlarına ‘yabancı savaşçılar’ vesilesiyle yanısıtılma biçiminin de ciddi payı var. Başta da ifade ettiğim gibi İslamofobik nefret mikrobu bir kez daha mutasyona uğradı ve henüs uluslararası kamuoyunda bu mikrobun aşısı veya tedavisi de bulunmuyor.
Bir yandan eğitimden medyaya pozitif/inşâ edici yönde gittikçe büyüyen bilgilendirme açığını kapatacak, diğer yandan da mevcut durumun mağdurlarının haklarını savunacak, koruyacak; haklarının ihlallerini engelleyecek negatif/engelleyici adımları, nabzı kaybetmeden, an be an ve sürekli atmak gerekiyor.
29-30 Nisan’da Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE)’nin Ankara’da düzenlediği Uluslararası İslamofobi Çalıştayı’nda Avrupa ve ABD’deki İslamofobi ve mücadele yollarını bir kez daha masaya yatırma fırsatı bulduk. Verimli bir hafıza tazelemesi ile birlikte İslamofobi motivasyonu ile ortaya çıkan ayrımcılıklarla ve ırkçı yaklaşımlarla etkin mücadele etmek için atılması gereken somut adımları bir kez daha istişare ettik. Onca sıcak gündeme rağmen esas meselelerimizi müzakere imkânı tanıyan bu toplantının tertibinde emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
İslamofobi konusunda şüphesiz başladığımız yerde değiliz ama küresel çapta ses getirecek sonuç odaklı çalışmalar yapmadıkça, İslamofobi ile mücadeleyi hukuki ve entelektüel zeminlere güçlü bir şekilde taşımadıkça, İslamofobinin geçirdiği dönüşüm ve kazandığı ivme sebebiyle, sürekli yeni başlangıçlar yapmak zorunda kalıyoruz.
Türkiye, bir çok meselede olduğu gibi bu meselede de proaktif davranmak ve kurumsal ve kuşatıcı bir strateji ile hareket etmek zorunda.
Konuyu tahlil etmeye devam edeceğiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.