Erdoğan kavgadan istediği sonucu alabildi mi?
Başlıktan aklınıza hemen Başbakan Erdoğan’ın Aydın Doğan ile başlattığı atışmanın planlı bir şekilde yapıldığını düşündüğüm gelebilir. Aslında tartışmanın başlangıcında böyle bir düşünceye sahip değildim. Ancak, bir hafta süre verip, bu sürenin sonunda bir takım çok önemli açıklamalar yapacağını söyleyen Başbakan’ın bir hafta sonra söylediklerinin ilk konuşmasından öte bir anlam ifade etmediğini görünce böyle bir kanaate vardım. Kanaatim o ki, Başbakan gündemi değiştirmek, daha doğrusu başka yöne çekmek için bir kavga başlatmıştır. Olayın elbette oya dönük boyutu da olabilir. Ruşen Çakır’ın ifadesiyle “Başbakan’ın seçim dönemlerinde vizyona koyduğu bir taktiğin gereği” de olabilir. Bir diğer ifade ile seçim yatırımı.
Bunu da ihtimal dahilinde görmeme karşılık sanıyorum esas mesele gündemi saptırmak, kamuoyunun dikkatini farklı bir yöne çekmekti. Başbakan ilk açıklamasında Aydın Doğan’ın sahip olduğu medya gücünü hükümete karşı bir takım avantajlar elde etmek üzere silah olarak kullandığını söylemiş ve buna Hilton Oteli’nin önündeki yeşil alanı misal olarak göstermişti. Yine Başbakan’ın konuşmasından anlıyoruz ki, böyle bir talep önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi daha sonra Başbakan tarafından reddedilmek suretiyle sonuçlandırılmış bir konu. Ne var ki, Başbakan böylesine sonuçlanmış bir konuyu hâlâ gündemdeymiş gibi takdim etmiş buna da Deniz Feneri davası ile ilgili haberleri Doğan Medya Grubunun abartılı bir şeklide vermesi, hatta dava ile ilgisi olmayan kişileri de işin içine sokmaya çalışması yol açmıştı. Elbette Başbakan’ın bu düşüncesinde haklılık ve gerçek payı vardır. Ancak, medya bunu ilk defa yapmıyor ülkemizde. Hemen her konuda ve sıkça bu yola başvurmuştur. Sadece 28 Şubat sürecinde yaşananları hatırlamak bile bunun için yeterlidir.
Üzerinde durmak istediğim esas konu ise, Başbakan’ın elinde önemli güç ve yetkiler vardır. Bir iş adamı isterse medya patronu olsun kanunsuz bir talepte bulunduğunda bunun hesabını çeşitli kurumlar yoluyla sormak mümkündür. Bunun için medya huzurunda kavgaya da gerek yoktur. Sayın Başbakan’ın da belirttiği gibi yerin kulağı vardır ve Başbakan’ın bir medya grubu ile mücadelesi kürsüden seslendirmesinden çok daha çabuk, hızla ve yaygın şekilde seçmene ulaşırdı. Elbette işadamları her ülkede olduğu gibi bu ülkede de önemli bir güçtür. Bu iş adamı bir de medya günce sahipse yani Başbakan’ın ifadesi ile işadamı şapkasının yanında bir de yayıncı şapkası varsa elbette elindeki güç çok daha büyüyecektir. Ancak, her ne olursa olsun işadamları da sınırsız bir güce sahip değillerdir. Gücün tek elde toplanması tehlikeli oluyorsa 6 yıldan bu yana medya gücünün belli ellerde toplanmasını engelleyecek yasal düzenlemenin yapılması gerekirdi.
Bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Başbakan, Aydın Doğan’a hitaben partisinin ilçe kongresinde, “Bizden imtiyaz talep etmeyin” diye sesleniyor. Buna Aydın Doğan, “Yasadışı bir şey isteyen namerttir” şeklinde karşılık veriyor. Karşılıklı sarf edilen bu iki cümleye bakarak toplumun kimin haklı kimin haksız olduğunu anlaması mümkün mü?
Belli ki Başbakan medyanın bir bölümünü topluma şikayet ediyor, Aydın Doğan’ın elindeki medya gücüne dayanarak Hükümet’ten bir takım taleplerde bulunduğunu söylüyor. Peki milletin bu şikayet karşısında yapabileceği bir şey var mı? Yapacaksa Başbakan ve Hükümeti yapacak değil mi? Kaldı ki hükümetler ile işadamları arasında her dönemde bir takım sürtüşme ve çatışmalar yaşanmıştır. Hükümetin bakış açısı işadamının çıkarına uygun düşmemiştir. Sanayi Bakanlığı’nda çalıştığım yıllarda benzer bir çatışmaya bizzat şahit olmuştum. Olay Bursa’dan 35 bin işçinin Ankara’ya yürütülmesi tehdidine kadar varmıştı. Ama, bu tehdide pabuç bırakılmamış, istenen belge ilgili işadamından alınmak suretiyle isten izin verilmişti. Ne var ki, işadamı istenen belgeyi vermişti ama aradan kısa bir süre geçmişti ki bir gazetede istenen izin belgesinin verilmesi için 14 helikopter alındığı gibi bir yalan haber manşette yer almıştı. Haberi yapan muhabiri bizzat aramış ve kendisiyle konuşmuş, “Alınan bu helikopterlerin nereye sokulduğunu, acaba alındığı söylenen helikopterler de sizin gazetenin hangarında mı saklanıyor?” diye sorduğumda muhabir ezik bir şekilde kendisinden isteneni yaptığını söylemişti.
Demek istediğim o ki, işadamları ile hükümetler arasında bazen çıkar sebebiyle ters düşmeler olabilir. Bunun hal yeri kamuoyu değildir. Ama, Başbakan yine Ruşen Çakır’ın deyimi ile “Medyaya vurdukça büyüyor, iktidara gelişini de bu stratejiye” bağlıyorsa o da ayrı bir konu. Demek istediğim o ki, şantaj yapanı ilgili kurumlar yoluyla hizaya getirmek hükümetler için en uygun yoldur. Vatandaşın bu konuda yapacağı bir şey yoktur. O mücadele başlatıldığında mesele anında topluma fısıltı yoluyla zaten ulaşır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.