İslam Dünyası ve Kimlik Krizi
İslam dünyası, genel olarak İslamiyet’in ilkece temel bir tercihi olmayan radikal dini ve etnik hareketlerin canice insan öldürme ve şiddete dayalı eylemlerine şahitlik etmeye devam ediyor.
Müslümanlar El-Nusra, IŞİD, El-Kaide, Taliban gibi terörist örgütleri ilkece kabul etmemelerine rağmen ve hatta İslamiyet, ilk ortaya çıktığı zamanlardaki gibi hoşgörü ve insan merkezli, farklı olana saygılı olmayı kabul etmeyi devam ettirdiğine dair ilkelerini korumuş olmasına rağmen başlangıçlarındaki iklimden çok uzak, o iklime yabancı bir İslam dünyası nasıl oluyor da bugün bütün şeytani ve gaddar insan öldürme tekniklerini yaşatan insanlara sahip olabiliyor? Daha da garip olanı, bu türlü örgütlerin kendi eylemlerini meşrulaştırmak için İslam tarihinden ve Kur’an-ı Kerim’den dayanak bulduklarını iddia etmiş olmalarıdır.
Bugün, özellikle bölgemiz etnik ve mezhep kaynaklı çatışmaların yoğun olduğu bir bölge. İslamiyet, hâkim olduğu topraklar üzerinde yaşayan insanlarda ortak bir bilinç ve dayanışma ruhunu oluşturma konusunda büyük engellerle karşı karşıya bulunuyor. Çünkü ayrıntılarda ortaya çıkan farklılaşmalar, farklı dilleri kullanmaktan ötürü farklı etnik gruplaşmaların oluşturduğu kimlik krizleri, modernleşmenin yabancı eller kanalıyla gerçekleşme teşebbüslerine karşı oluşan refleksler nedeniyle ortaya çıkmış olan marjinalleşmeler, İslam dünyasının başsızlığı ve derleyip toparlayabilecek bir otoritenin mevcut olmayışı doğrudan doğruya “kimlik krizi” olarak niteleyebileceğimiz bir kaos durumuna neden oluyor.
Bugün İslam dünyasında bütün Müslümanları ifade edebilecek ortak bir reel kimlik artık yoktur. Ya da sadece nominal bir Müslüman kimliği ifadesi söz konusudur. Çünkü artık bizim dünyamızda bir toplumun veya fertlerin sadece Müslüman olarak anılıyor olmasının pek bir manası kalmamıştır. Ayrıca başka hangi adlarla anıldığı da sorgulamaya dâhil edilmektedir. Arap, Türk, Kürt, Suriyeli, Filistinli, Cezayirli, Berberi, Mısırlı ve hatta Mursi veya Sisi taraftarı olup olmadığı, Şii veya Sünni olup olmadığına göre hakkında vereceğimiz kararlar değişmektedir. Bunun nedenleri konusunda çok farklı şeyler söylenebilir. Ama genellikle din sosyologları, dinler tarihi ile ilgilenenler genel olarak dinlerin toplumlar üzerinde oynadıkları rol ve etkiyi araştırıyorlar. Dinlerin bu etkisini küçümsemek doğru değildir. Lakin bu etkiyi büyütmek ve hatta abartmak, başka bir şeyin gözden kaçırılmasına neden oluyor. O da şudur:
Dinlerin toplumlar üzerindeki etkisine paralel bir biçimde toplumların da dinler üzerindeki etkisi nedir? Hatta belki de ilkine göre toplumların dinler üzerindeki etkisi öyle sanıyorum ki, çok daha fazladır. Bu, sadece dinler için geçerli değildir; ideolojiler için de geçerlidir. İngiltere’de ortaya çıkacak olan bir faşizme İngiliz toplumunun vereceği şekil Almanya ya da İtalya’dakinden farklı olacaktır. Aynı şey Hıristiyan Batı için de geçerlidir. Amin Maalouf’un isabetli bir şekilde ifade ettiği gibi bugün Hıristiyanlık, Avrupa toplumlarının elinde işlenmek suretiyle bu noktaya gelmiştir. Avrupa toplumları, uzun mücadeleler sonucunda farklılıklar olsa da, ortak bir Avrupa kültürü oluşturmayı başarabilmişlerdir. İslam dünyasını oluşturan toplumlar ise ortak bir kültür ve medeniyet oluşturma konusunda başarılı değillerdir. Bundan dolayı da İslamiyet’in her toplumda aldığı şekil, farklı farklıdır ve bu, çatışmanın temel kaynaklarından birisini oluşturmaktadır.
Unutmamak gerekir: Kültürünüzün seviyesi, inancınızın da ne denli rafine oluşunu ifade eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.