Türkiye, Ne Yapma/ma/lıydı?
Suriye krizinde en başından beri ciddi bir algı karmaşası var. Birçok açıdan krize hazırlıksız yakalandığımız bile söylenebilir. Onun için, planlı bir şekilde yürütülen dezenformasyon ve kara propaganda faaliyetlerinin zihinleri nasıl boğduğunu görmek için zaman zaman hafızaları tazeleyip dört sene öncesine gitmekte ve süreci yeniden okuyup tahlil etmekte fayda var. Yoksa bugün, kamuoyunun unutkanlığından istifade edip Türkiye’nin Suriye politikasını hiçbir ‘alternatif’ sunmadan, amansızca eleştirenlerin tuzağına düşmek işten bile değil.
Özellikle son zamanlarda sınırımızın güneyinde meydana gelen gelişmeler üzerine konu daha çok gündeme getirilip bu ‘felaket eşiği’ne nasıl geldiğimiz hakkında spekülasyonlar yapılıyor; garaz kokan tezviratın bini bir para!
Suriye meselesinde dış politika, askeri ve sivil bürokrasi ve yerel yönetimler açısından eksiklerimizin olduğunu söylemek ve bunları yapıcı bir üslupla dile getirmek başka, sanki bölgedeki yangınları Türkiye çıkartmış gibi, sanki Suriye’de yüz binlerce insanı Türkiye katletmiş gibi, sanki DAEŞ ve benzeri operasyonel örgütleri Türkiye Suriye’ye yerleştirmiş gibi ve sanki geçtiğimiz beş yıl boyunca bu konuda hiçbir olumlu adım atılmamış gibi konuşmak en hafif tabirle insafsızlık olur.
TENKİT, ALTERNATİFLE ANLAMLI OLUR
Söze, “Bu konuda çuvalladık!” yahut “Hani birkaç ayda Emevî Camii’nde namaz kılacaktık?” diye başlayanlar, bu tenkitlerinin ardından, “Peki ne yapma/ma/lıydı Türkiye?” sorusuna cevap veremiyorlar.
Meselâ halkının taleplerini dinlemesi ve tedrici bir şekilde reform yapması gerektiğini onlarca defa Şam’a giderek Esed’e telkin etmemeli miydi Türkiye?
Sivillere karşı silah kullanmaması gerektiğini, gösterileri ateşle bastırırsa ülkenin kaosa sürükleneceğini Esed’e söylememeli miydi?
Türkiye, ilki 24 Şubat 2012’de Tunus’ta, ikincisi 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleşen Suriye Halkının Dostları Grubu konferanslarında kabul edilen ilkeler çerçevesinde Esed rejiminin karşısında uluslararası meşruiyet verilen Suriye muhalefetini tanımasa mıydı?
Esed rejiminin, İran’ı, Rusya’yı, Hizbullah’ı arkasına alarak, karadan ve havadan yakıcı ve yıkıcı bombardıma ve katliama maruz bıraktığı Suriyelilere kapılarını açıp, mazlumların Anadolu’ya sığınmalarına müsade etmese miydi?
Soruları çoğaltmak mümkün. Ancak, niyet ülke ve bölge menfaati olmazsa ve konuya insani ve vicdani açıdan yaklaşılmazsa bu sorulara bile olumsuz cevaplar almak mümkün maalesef!
ATEŞ ÇEMBERİNDE İSTİKRAR ADASI
2003’ten beri etrafı ‘ateş çemberi’yle sarılan Türkiye’yi o gün bugündür yönetenler büyük oranda aynı kadrolar ve Türkiye’nin, çevresinde neredeyse hiç devlet kalmadığı halde, yangına müdahale gereği duymadan ateşi evinden uzak tutabilmesi bile büyük bir başarı. Bununla birlikte beş yıldır devam eden Suriye krizi tepeden tırnağa kapasitemizi test ettiğimiz, zaaflarımızı, sahip olduğumuz güç unsurlarının sınırlarını ve boyutlarını gördüğümüz bir süreç oldu.
Suriye politikasını eleştirirken, mevcut yetersiz kadrolarla, içte ve dışta Türkiye’nin bataklığa saplanması için ve Suriye’deki ateşi Türkiye’ye taşımak için lobi yapan odaklara rağmen bu krizin yönetildiğini gözden uzak tutmamakta fayda var.
Bir yandan ateşi evimizden uzak tutarak diğer yandan da Suriye’deki oyunda ‘etkin bir aktör gibi davranacak’ araçları oluşturarak politika oluşturmak bugün için en makul seçenek.
Başından beri de yapılan bu aslında.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.