İnsanlar ve Medeniyetler Arası İlişkilerdeki Sorun…
insanlar, kültürler, etnik ve dini gruplar, milletler, medeniyetler arasındaki ilişkileri bozucu unsur, birilerinin diğerlerini hor görmesi, aşağılaması, küçümsemesi, dikkate almaması, değer vermemesidir.
Çünkü fertlerin, kültürlerin, etnik ve dini grupların, milletlerin en önemli talebi, kabul görmedir. Özellikle insanlar arasında, “adam yerine konmadır”. İnsanları başkalarına karşı isyankâr, hırçın ve zarar verici hale getiren kendilerinin aşağılanmış olması, hor görülmesi, değersiz oldukları imaj ve duygusuna kapılmalarıdır. Bu, tehlikeli bir duygudur ve zamanla hastalıklı, saldırgan bir karaktere dönüşebilir. Kendisini bilen için böyle bir tehlike ortaya çıkmaz. Çünkü kendisini bilende aşağılık duygusu ve takıntılı fikirler ve duygular oluşmaz.
İnsanlar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi toplumlar, kültürler, etnik ve dini cemaatler arasındaki ilişkilerde de benzer durumlar geçerlidir.
İnsanlar arası ilişkilerde İslam’ın hükmü bellidir. Üstünlük, takvadadır. Bunun dışında soya, cinsiyete, milliyete, ait olunan kültüre göre bir üstünlük söz konusu değildir.
Hiç kimse bir başkasını küçük ve değersiz görme, aşağılama hak ve imtiyazına sahip olamaz. Yunus ne güzel söylemiş: Yol o dur ki, doğru
vara/Göz o dur ki, Hakk’ı göre/Er o dur ki, alçakta dura/ Yüceden bakan göz değil.
Elbette herkesi sevmek, herkesle ilişki kurmak ve dost olmak, herkes ile konuşmak gibi bir zorunluluk yoktur. Bundan dolayı da kendi şahsiyetine ve haysiyetine düşkün olan her fert başkalarıyla olan ilişkilerini, kendi sınırlarında kalmak suretiyle başkalarına da yük olmayacak tarzda düzenleyebilmelidir. Aksi takdirde, kendi varlığının ağırlığını koruması mümkün olmadığı gibi izzet-i nefsinde yaralar açılmasına da neden olur.
Medeniyetler arasında da buna benzer bir durum tespit etmek mümkündür. İnsanlık adına değer üreten medeniyetlerin ürettikleri değerler kadar onları hayata geçirme biçimleri de önemlidir. Medeniyetler arasındaki fark, ürettikleri değerler ve onları hayata geçirme biçimleri arasındaki farktan kaynaklanır.
Bu açıdan bakıldığında, Batı Medeniyeti ile İslam Medeniyeti arasında ciddi farklar olduğu görülür. Her şeyden önce İslam Medeniyeti asırlardan beri değer üretme konusunda Batı Medeniyetinin çok gerisinde kalmıştır. Selçuklu ve Osmanlı, 8. ile 12. asır arasında İslam Medeniyetinin ulaştığı ideal formun mirasını değerlendirmiştir.
Bugün, o dönemlerle övünmenin sağladığı bir fayda yoktur. Kendi tarihimizin derinliklerinde yatan değerleri çağımıza uygun olarak yeniden değerlendiremediğimiz ve belki de onları yeniden yaratamadığımız müddetçe elimizden bir şey gelmeyecektir. Değerler alanında doğan boşluk, ya dünyamızı anlamsızlaştırmakta ve her şey mubah hale gelmekte ya da hazır ama yabancı olan değerler ile bu boşluk kapatılmaya çalışılmakta ve bu da kendimize yabancılaşmaya neden olmaktadır.
Batı, ürettiği değerler açısından (içeriklerini dikkate almadan konuştuğumuzda) avantajlı gibi görünse de, onları hayata geçirme açısından bütün avantajını, inanırlılığını ve güvenirliliğini kaybetmektedir. Çünkü bu konuda ikiyüzlü bir ahlaka sahiptir. Sorun, ürettiği kavramlar olan eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları, çevre sorunları gibi kavramları kendi medeniyet dairesinin dışına çıktığında bu kavramların özüne uygun olmayan tarzda davranmaya başlamasıdır. İslam dünyasının Batı karşıtı tepkilerinin başında da bu tavır etkilidir. Çünkü Batının bu tavrında aşağılayıcı, küçük görücü bir tutum vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.