14. Kuruluş Yıl Dönümünde AK Parti Nereye!..
12 Eylül 2015 günü yeni olağan büyük kongresini yapacak olan AK Parti, içine sürüklenmiş olduğu böylesine zor bir dönemde, kendisinden beklentilere yeterince cevap verebilecek bir yenilenme gerçekleştirebilecek mi?.. Bu kongre, AK Parti’nin geriye gidişini durdurmaya ve yeniden bir ‘ikinci şahlanış dönemi’ni başlatmaya vesile olabilecek mi acaba?.. 12 Eylül 2015 kongre süreci, ‘onursal lider’ ile bir kere daha kenetlenerek, ‘Rusya Modelinin Anadolu’ya Özgü Versiyonu’ temelinde, kalınan yerden yola devam edilebilecek mi dersiniz?.. ‘Dinamizm ile rasyonellik’ mi galip gelerek sürecin kesintiye uğratılmasının önüne geçecek, yoksa ‘statik anlayış ile duygusallık’ mı üstün gelerek iki başlılığa sapılıp ANAP’laşma sürecine sürüklenilmesine zemin hazırlayacak?.. Büyük kongre öncesinde başka sorular da sorulmalı; sorulmalı ki, muhtemel tüm olasılıklar etraflı bir şekilde tartışılarak hata payı en aza indirilebilsin elbette…
Her şeyden önce şu önemli tespiti yaparak değerlendirmelerime devam etmek istiyorum: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin merhum Mustafa Kemal’den (1923’te) (ilk yedi yıl içerisindeki farklı dönemlerde kurulan iki değişik parti karşısında ne derece çaresiz duruma düşmüş olmaları nedeniyle her iki partinin hiç vakit geçirilmeden kapatılmaları durumu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır), Demokrat Parti (DP)’nin merhum Adnan Menderes’ten (yıllarca misyonu sahiplenilmesine rağmen eski görkemine ulaşılamadığı gibi; daha sonraları aynı isim altında sürdürülmeye çalışılan parti ve misyonunun içler acısı durumu göz önünde bulundurulmalıdır), Anavatan Partisi (ANAP)’nin merhum Turgut Özal’dan uzakta kalmasından sonraki kısa süre zarfında kitlelerin sempatisini kaybetmiş olmaları gerçeğinin, eğer gerekli tedbirler alınmazsa, AK Parti’nin başına da gelebileceği yönündeki somut belirti ya da emareler 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde net bir biçimde görülmüştür.
Öyle ise, her şeyden önce, Sayın Erdoğan’ı denklemden çıkarma potansiyeli taşıdığı ya da taşıması gerektiği yönünde ima, algı, görüntü, söylenti ve beklenti oluşturan her kişi ya da gruba karşı derhal AK Parti’nin kapıları kapatılmalıdır. Zira Sayın Erdoğan’ın şemsiyesi ya da ampulü altında kalmayı kendisine yediremeyen kişi, grup ve çıkışların hem partiye, hem partinin misyonuna, hem de parti liderliğinin oturmuş liderlik karizmasına çok büyük zararları olacaktır. Bu durumun en somut örneği, Erdoğan-Gürtuna ittifakı sürecidir; sonucun nelere mal olduğu hususu ise ayrı bir konudur…
Kaldı ki, ‘Recep Tayyip Erdoğan’ marka, imaj, albeni, popülarite ve sevgisinin alternatifini oluşturabileceğine inanan bir kişinin AK Parti’nin Genel Başkanlığı koltuğuna göz dikmesine gerek yoktur; tıpkı Sayın Erdoğan’ın Milli Görüş Liderliği koltuğuna göz dikmediği gibi… Bu anlamda Sayın Abdullah Gül’ün hâlihazırdaki duruşu tam da bu anlamlı tarife uymaktadır. Sayın Gül, “kendi çapında belli bir karizması olan kişidir ve Sayın Erdoğan’dan sonra AK Parti’nin başına gelip, Sayın Erdoğan’ı yok sayarak liderlik ispatı peşinde koşmanın her iki tarafa da ciddi boyutlarda zarar vereceğini gördü ve de geride durmayı tercih etti” diye inanıyorum. Bu konunun değerlendirilmeye muhtaç çok fazla yönleri var ve şu aşamada bunlara girmenin faydadan çok zarar verebileceğine inanmam nedeniyle ayrıntıya girmek istemiyorum.
Ancak, yeri ve zamanı geldiğinde, “Sayın Gül’ün ‘kendi rüştünü ispat’ peşinde koşmasına müsaade edilmesi ve Sayın Erdoğan’ın Köşk ya da Külliye’ye kapanıp kalmayı içine sindirmesi formülü” temelinde ancak yeniden bir ‘Erdoğan-Gül birlikteliği’ formülüne rıza gösterebileceği görüntüsü veren (en azından ben öyle algılıyorum) Sayın Gül’ün bu tavrının kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye tabi tutulması hususu, elbette gelecek nesiller için önemli tecrübe ve kazanımlar sağlayacaktır. Burada şu kadarını belirteyim ki; kanaatimce, ‘Putin-Medvedev’ ikilisinin vermekte olduğu mükemmel ‘uyum ve hazım’ fotoğrafının Erdoğan-Gül arasında verilememiş olması gerçek anlamda üzüntü verici bir hal arz etmektedir.
Bu bariz örnekten yola çıkarsak; AK Parti’nin 12 Eylül 2015 günü yapılacak olan yeni Olağan Büyük Kongresi’nin çok iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. ‘Değerlendirme’ derken de hem Sayın Erdoğan, hem Sayın Davutoğlu ve hem de (Sayın Gül dâhil) tüm AK Parti’nin diğer ileri gelenlerinin bu büyük kongre öncesinde ‘kılı kırk yararcasına’ her şeyi çok iyi bir şekilde değerlendirerek en isabetli kararı vermeleri gerektiği gerçeğini kastediyorum. Bunun için de, tüm değerlendirmelerin odağına mutlaka Sayın Erdoğan’ın iddia, ideal ve stratejileri yerleştirilmelidir.
Şunu da belirteyim ki; Yürütme Organı’nın başında Sayın Erdoğan var olduğu sürece, AK Parti’nin gerçek lideri olma hevesi peşinde koşan hiç kimsenin bu Parti’ye eski ihtişamlı dönemlerini yeniden yaşatabileceğine inanmıyorum. Açıkça görülmektedir ki; Sayın Erdoğan’ın uzun siyasi geçmişi ve mevcut ciddi tecrübelerinin neticesinde kafasında şekillendirmiş olduğu Türkiye ve İslam Dünyası fotoğrafının elde edilebilmesi için, Sayın Erdoğan yılmadan yoluna devam edecektir. Bu durumda; bir tarafta Sayın Erdoğan, diğer tarafta ise Sayın Erdoğan’dan bağımsız politikalar geliştirme peşinde koşma hevesinde olan bir liderin ne gibi ciddi sorunlara neden olabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek... İşte, AK Parti kadroları mutlaka bu realiteyi göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler.
Pek tabii olarak, çeşitli sinsi ‘fitne odakları’ her zaman olduğu gibi bu kritik dönemde de fitne kazanının altına odun atmayı sürdüreceklerdir. Fakat unutulmasın ki; AK Parti, Sayın Erdoğan’dan evvelki dönemlerden gelme bir parti olmaması nedeniyle, Sayın Erdoğan’ın tamamen siyaset sahnesinden çekileceği zamana kadar, alternatif liderlik arayışı içerisine ya da beklentisi içerisine girmemek sadece AK Parti’nin değil, aynı zamanda ülkemiz, milletimiz ve tüm İslam aleminin faydasına olacaktır. Ancak tekrar hatırlatmam gerekirse; Sayın Erdoğan’ın iddia, ideal ve stratejik yaklaşımlarının daha ileri aşamasına varmış bir liderlik, karizma ve yön vericiliğe sahip olduğuna inanan birileri varsa, onların kendi yollarını çizmek için farklı arayışlar içerisine girmelerine ise elbette saygı duyulmalıdır.
Dolayısıyla, AK Parti’nin gerçek lideri her ne kadar Cumhurbaşkanı seçilmiş olsa da; AK Parti’nin başına gelmiş veya gelmesi muhtemel her bir kişinin öncelikli olarak dikkate alması gereken en önemli prensip, ‘eski liderin eskimezliği’ hakikatidir. Mesela, 7 Haziran 2015 günü yapılan Milletvekili Seçimleri’nde bu hakikate uygun davranılmış olsaydı, daha propaganda çalışmalarına başlamadan önce, seçim çalışmalarının ‘Başkanlık Sistemi’ üzerine bina edileceği açıkça kamuoyuna ilan edilmiş olurdu. Bu yapılmadı ve Başkanlık Sistemi söyleminin sözden öteye gitmeyeceği havası kamuoyunun algısına yerleştirildi ve ortaya çıkan sonuç sadece AK Parti’ye değil, tüm Türkiye’ye büyük zararlar verdi.
Hâlbuki seçimlerde Başkanlık Sistemi’ni gerçekçi bir şekilde sahiplenerek Sayın Erdoğan’ın tezinin ‘tek gerçekçi reçete’ olduğu hususu AK Parti tarafından yaygın ve inandırıcı bir şekilde savunulmuş olsaydı, hem AK Parti yeniden tek başına iktidara gelebilirdi, hem Sayın Davutoğlu’nun aslında Başkanlık Sistemi’ne karşı olduğu fısıltıları kitleler üzerinde etki etmemiş olurdu, hem Türkiye demokrasisi birkaç basamak daha yukarı sıçramış olurdu, hem Türkiye’nin mevcut kriz ortamının fitili bu derece yakılmamış olurdu, hem Başkanlık Sistemi tartışmalarının cevabı halktan alınarak memlekete daha fazla zaman kaybettirilmemiş olurdu, hem Sayın Davutoğlu’nun ne derece ‘ahde vefa’ ehli bir kişiliğe sahip olduğu net bir biçimde görülmüş olurdu ve hem de Putin-Medvedev ikilisinin yeni bir versiyonu Türkiye’de de inşa edilmiş olurdu ve hem de Hedef 2023 projesinin gerçekçi bir şekilde uygulamaya koyulmasının önündeki engeller tamamen ortadan kaldırılmış olurdu; vs vs…
Sonuç olarak; mevzuata göre bir kişi ancak iki defa Cumhurbaşkanı seçilebiliyor. Başkanlık sistemine geçilmiş olunsaydı bile, Başkan seçilebilmenin de iki defayla sınırlandırılabilmesi elbette mümkündür. Bu koşullar altında, AK Parti’nin genel başkanı konumundaki kişi ile Sayın Erdoğan arasındaki uyum derecesi ile söz konusu liderlik kadrosunun kamuoyundaki itibar düzeyine göre, Sayın Erdoğan’dan sonraki Cumhurbaşkanı veya Başkanlık koltuğuna oturabilecek en güçlü isim AK Parti’nin genel başkanlık koltuğunda oturan kişi olacaktır. Durum bu kadar açıkken; “Başbakanlığını tartışmalı hale getiren başbakan” olabileceği yönündeki kötü niyetli yönlendirmelerin etkisinde kaldığı iması ya da algısı oluşturmak ne Sayın Davutoğlu’na ne de aynı konumda olması muhtemel hiç bir kimseye herhangi bir fayda sağlamayacaktır.
Açıkçası bu ve benzeri bazı sıkıntılı durumlar ve yanlış anlamalar ile diğer muhtemel sorunlar ve güvensizlikler ortadan kaldırılacak olursa, Sayın Davutoğlu’nun liderliği sürmesi halinde bile, yapılacak bir seçimde AK Parti’nin yeniden yüzde 47 bandının üzerine çıkması hiç de sürpriz ya da şaşırtıcı olmayacaktır. Zaten Sayın Davutoğlu’nu itici kılabilecek herhangi bir olumsuz şey bulunmamaktadır. Teşbihte hata olmaz; “dere geçerken at değiştirilmez” sözü kesinlikle yabana atılmamalıdır. Ancak son noktada, 12 Eylül 2015 günü yapılacak olan AK Parti büyük kongresi sonucunun Sayın Erdoğan’ın en üst düzeyde memnuniyetine karşılık gelecek biçimde sonuçlanması isabetli olacaktır diye inanıyorum. Allahü Teâlâ’dan her şeyin hayırlısını diliyorum… Amin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.