STK’ların Sessizliği!
Doksanlı yılların en iyi filmlerinden birisiydi “Kuzuların Sessizliği”. Yamyam ve seri katile dönüşen bir psikiyatrist (Dr. Hannibal Lecter) ile genç ve başarılı bir FBI ajanı arasında geçen konuşmaları ve FBI ajanının (Clarice Starling) Hannibal’la Faustiyen (Şeytan’la bahse giren Faust’tan mülhem) bir ilişkiye girmesiyle katilin kaçışını konu alan Thomas J. Harris imzalı gerilim serisinin önemli romanlarından birisinin aynı adla beyaz perdeye uyarlanmasıydı film. Jonathan Damme’nin yönetmenliğini yaptığı, psikolojik gerilim türündeki film, usta oyuncu Antony Hopkins ve Jodie Foster’a Oscar ödülü de kazandırmıştı. Bugüne kadar gerilim-korku dalında tek Oscar alan bu filmin devamı da (Hannibal) 2001’de Ridley Scot tarafından çekilmişti…
Filmi asıl ilginç kılan ve bugün buraya taşımama sebep olan, bir seri katili yakalamak amacıyla ipuçları elde etmek üzere tımarhanedeki yamyam psikiyatristle geliştirilen diyaloğun kaçısına sebep olmasıyla iki seri katilin birden serbest kalmasını hikâye etmesi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken FBI ajanının bilinçaltındaki ‘boğazlanan ve sessizleşen kuzular’ ise filmin ‘derin’ mesajı…
TRİLEMMA!
Şu an buzdolabında olduğu söylenen, iyi niyetlerle başlatılan ve sürdürülen ‘çözüm süreci’ndeki zaaflar ve terör örgütü ve destekçilerinin bu dönemdeki açılımları sonuna kadar istismar etmesi filmdeki diyalog süreçlerini ve vahim sonuçlarını hatırlattı bana.
Pazartesi günü Ak Parti Diyarbakır Gençlik Kolları Eski Başkanı Yunus Koca’nın işyerinde ve Dr. Abdullah Birol’un yolu kesilerek şehit edilmesi bir kez daha tüm Türkiye’yi tedirgin etti. Korku ve gerilim son 12 yılın zirvesinde bugün maalesef!
Terör örgütünün son sekiz yıldır yaptığı yığınak, bulduğu iç ve dış destek ve 7 Haziran sonrası kazandığı siyasi krediden de güç alarak adım adım tırmandırdığı terör sadece bölge halkını değil, tüm Türkiye’yi ciddi bir güvenlik kaygısına sevketti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve onun şahsında Türkiye’nin istikrarını hedefleyen karanlık odakların terör örgütü ile aynı yerde durmaları ve ülkeyi kaosa sürüklemek istemeleri siyasi iradeyi güvenlik politikalarında sonuna kadar gitmek, buzdolabındaki çözüm sürecini yeniden devreye koymak yahut ikisini birlikte yürütmek seçenekleri ile karşı karşıya getirdi.
Her seçeneğin ayrı ayrı riskleri barındırması bir tür ‘trilemma’ (imkânsız üçgen) durumunu doğurmuş görünüyor...
STK’LARIN DEVREYE GİRME VAKTİ
Seçimlerden önce, kritik zamanlarda benim de içinde bulunduğum sivil çatı örgütleri ve platformlar gazete ilanları vererek ve basın açıklamaları yaparak duruşunu ortaya koymuştu. Toplumda ‘muhafazakâr’ veya ‘İslamî’ diye de bilinen gönüllü teşekküllerin/STK’ların daha önce birçok konuda olduğu gibi şimdi de devreye girme, meydana çıkma ve söz söyleme vakti çoktan geldi, hatta geçti bile!
Ülke adım adım çatışma ortamına sürüklenmek istendiği ve bütün terör şebekelerinin ve medya ve siyasetteki uzantılarının ittifakla hareket ettiği bir dönemde STK’ların sessizliği ya güvenlik kaygılarının derinliği ile yahut ‘sivil toplum’ bilincinin zayıflığı ile açıklanabilir.
Hükümetin güvenlik tedbirleri hız kesmeden ve kapsamlı bir şekilde sürerken toplumsal fay kırıklarının sivil toplum tarafından tamir edilmemesi çok daha büyük bir kısır döngüye ülkeyi mahkûm edebilir. Böyle bir ortamda, sivil toplumun talimat veya yönlendirme beklemeden harekete geçmesi, ülkenin birliği ve bütünlüğü için siyasete de cesaret ve istikamet verecek bir hareket içinde olması gerekiyor.
Bu sessizlik devam ederse bir daha hiç ses çıkartmayacak hale gelebiliriz çünkü!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.