Batılıların “Osmanlı Coğrafyasına” Son Taarruzu -3-
Türkiye, içerisine sürüklenmiş olduğu bu zor koşullar altında bile, Batılılarla (İsrail dâhil) yapmış olduğu tüm gizliaçık anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirme iradesini koruduğunu açıkça ilan edip, söz konusu devletlerin de gerek bireysel ve gerekse örgütler üzerinden taahhüt etmiş oldukları iradelerinin arkasında durmaları gerektiği vurgusunu yaparak işe koyulmalıdır. Bu bağlamda özellikle NATO başta olmak üzere; AGİT, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler vs gibi örgütlerin anlaşmalarından kaynaklanan tüm hak, güvence ve desteklerin ivedi bir şekilde kendisine verilmesini isteyerek de gerçekçi bir şekilde özgür, dirayetli ve bağımsız bir ülke olduğunu ortaya koymalıdır.
Türkiye’nin, anlaşmalardan doğan haklarını alabilmesi için, Batılıların aleyhteki tutum, davranış, söz, bağlantı ve girişimlerini en ayrıntısına kadar belgelendirerek hiç vakit kaybetmeden hem ilgili ülkelere, hem Batı ittifakının dayandığı NATO gibi örgütlere, hem de Birleşmiş Milletler gibi küresel ölçekli örgütlere resmi bir şekilde bildirmeli, ihtar süresi vermeli, müeyyide talep etmeli ve aksi durumlarda küresel ölçekli menfi propagandalara girişebileceğini açıkça ilan etmelidir. Bu arada hiç vakit kaybetmeden İslam ülkeleri ve örgütleri yanında, Şanghay İşbirliği Örgütü ile bu örgütün üyeleriyle bu zamana kadar sürdürülmüş olanın çok ötesinde yakın ve özel ilişkilere, hatta anlaşma süreçlerine girişilmelidir. Çünkü artık tüm boyutlarıyla harekete geçen bir devlet görüntüsü vermekten başka çaremiz kalmamış bulunuyor. Öte yandan, Batı’nın yeni kapsamlı kuşatma ve dönüştürme taarruzunun deşifre edilebilmesi için, sistematik bir biçimde çalışma becerisi kazanmış Çin ve Rusya gibi ülkelere büyük sorumluluklar düşmekte olduğu bilinciyle, derhal söz konusu bu ülkelerle gizli/özel istihbarat ve diğer stratejik alanlarla ilgili bilgi paylaşımı ortaklıklarına girişilmelidir. Bu arada, Türkiye’nin de Çin, Rusya ve Hindistan gibi sistematik çalışma ve strateji geliştirme becerisi elde edebilmesi için, yapacağı köklü reform çalışmalarında söz konusu ülkelerden gerekli teknik ve diğer destekleri alabilmesinin tüm koşulları da vakit geçirilmeden oluşturulmalıdır. Böylece Türkiye, bu zamana kadar sergiledikleri gibi, Batılıların muhtemel yan çizme, inkâr etme ve ayak oyunu oynama hamlelerine karşı daha rahat bir biçimde somut kanıtları ortaya koyma ve gerekli dengeleyici destekleri bulma fırsatını yakalamış olacaktır. Zaten böylesi bir durumda Türkiye’yi ilgilendiren ve Türkiye’nin somut verilere dayalı bir şekilde ortaya koyması gereken husus; Batı’nın, Osmanlı coğrafyasına yönelik gerçek niyetleri ile bu arada Türkiye’ye yöneltilmiş bulunan düşmanca tavırların arkasındaki asıl aktörün kendileri olduğu realitesidir.
Açıkçası, Batı’nın sinsi hesap ve gizli gündemlerle Osmanlı coğrafyası ve dolayısıyla Türkiye üzerine örtülü bir şekilde operasyon yapmakta olduğu hususu, sıradan söylentilerin ötesinde, gerçekçi kanıtlarla ortaya koyulmadığı sürece, Türkiye’nin ‘terör kıskacı’ karşısında, müttefikleriyle, anlaşmalara dayalı sağlıklı ilişkiler geliştirmesi söz konusu bile olamayacaktır. Bunun için de önce cesaret ve özgüven, hemen arkasından da iş bilme ve iş tutma becerileri gelmektedir. Aksi durum sürdürülecek olursa; açıkçası Batı’nın, öteden beri gelecek planlamasının odağına yerleştirmiş olduğu hedefin özündeki “Batı ittifakının sadık üyesi konumundaki Türkiye’nin kazanımları ile Türkiye’nin tarihi mirasının paylaşımı” stratejisinde herhangi bir değişiklik yaptırılamayacağı gibi, “terör düşmanı Batı” propagandalarının gerçeği yansıtmadığı yönündeki söylemlerimiz de hiçbir işe yaramayacaktır.
Sonuç olarak...
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının kuşatıcılığı ile NATO anlaşmalarının esnek yönlerini kullanarak Türkiye’nin yakın ve uzak menfaatlerini hedef alan ABD liderliğindeki Batılıların başlatmış oldukları düşünülen yeni Haçlı Seferleri’ne karşı dur diyebilme irade, imkân, lider, koşullar ve fırsatına sahip tek İslam ülkesi konumundaki Türkiye’nin, sürecin daha fazla kontrolden çıkarak tüm Osmanlı coğrafyasına yayılmasının önüne geçilebilmesi için, derhal harekete geçerek kalıcı bir barış, huzur, güven, istikrar ve dayanışma ortamının sağlanmasına önayak olmalıdır. Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin bu girişiminde başarılı olabileceğine her bakımdan inancım tamdır. Şayet yapılan gerçekçi ve kapsayıcı girişimlere rağmen, mesela Suriye’deki karışıklıklar başta olmak üzere, Batılılar kanalıyla bu coğrafyaya ihraç edilmiş bulunan kanlı ve yıkıcı olaylar derhal durdurulmayacak olunursa; Türkiye, tüm Avrupa coğrafyasındaki nüfus dengeleri ile toplumsal huzuru ortadan kaldırma potansiyel etkisine sahip olan ‘milyonlarca mülteci ve göçmenin Avrupa Birliği sınırları içerisine girebilmesi’ için, anlaşmalardan doğan savunma hakkının bir gereği olarak, Türkiye’nin ‘geçiş koridoru’ olarak kullandırılacağını net bir biçimde dünyaya ilan etmelidir. Türkiye’nin böylesi bir tavır içerisine girmesi halinde, sadece Avrupa’nın değil, tüm dünyanın dengelerini sarsabilecek derecede etkili sonuçların ortaya çıkmasına ön ayak olması söz konusu olacaktır.
Pek tabii olarak böyle bir restleşme içerisine girebilmenin belli başlı önkoşulları olmalıdır. Mesela; şayet, yukarıda belirtmiş olduğum koşulların tümüne uygun davranılmış olmasına rağmen yine de Batılıları, Türkiye’nin ulvi menfaatlerini hedef alan kötü niyetli ve örtülü operasyonlarından vazgeçiremiyorsak, söz konusu restleşmeyi geciktirmeksizin devreye girdirmemiz Türkiye’nin en birinci çıkış yolu olacaktır. O vakit, “Avrupa Birliği’nin mali kaynaklarını kullanarak Türkiye’de büyük bir mülteci kampı kurulmalıdır” sözünü söyleyecek derecede ileri gitmiş bulunan Almanya’nın liderinin nasıl geri adım atıp özür dilemek zorunda kalacağına da birlikte şahit olacağımıza inanıyorum. Hakikaten, düşüne biliyor musunuz; örneğin Türkiye’nin doğu, güney ve kuzey sınırlarından gelebilecek tüm mülteci ve göçmelerin Avrupa Birliği sınırları içerisine geçebilmeleri için ‘güvenli bir geçiş koridoru’ oluşturulacağı hususu dünyaya ilan edilmiş olsa, Batılıların oyunları nedeniyle mağdur edilmekte olan ya da güvenlik sorunları yaşayan onlarca milyon mülteci ve göçmeni kim engelleyebilir ki?! İşte o vakit görün bakalım, Batı ittifakı nasıl üç beş parçaya dağılıyor; İsrail’in emrine amade olan Batılılar nasıl iç hesaplaşmalara tutuluyor; Türkiye’yi parçalamak için koşuşturan Batılılar (İsrail dâhil), Türkiye’nin başına bela ettikleri terör ve iktisadi sorunları nasıl da derhal ortadan kaldırıyorlar. Bu tarz istisnai politik hamlelere, ‘gemileri yakma’ diyorlardı eskiler!!! Unutulmasın ki, sevseniz de sevmeseniz de, Türkiye’nin en büyük şansı böylesine bir liderin ülke yönetiminin tepesinde bulunuyor olmasıdır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.